24 Haziran seçimleri yaklaştıkça partiler ve cumhurbaşkanı adayları vaatlerini ve seçim programlarını açıklamaya başladılar. AK Partinin seçim programı ve vaadlerinde alışageldiğimiz üzere somut projeler ve vaadler ön plana çıkıyor. Buna rağmen aynı şeyi muhalafet partileri için söylemek zor. Temel Karamollaoğlu, Akşener ve İnce'nin seçim vaadleri adalet ve özgürlük getirmek gibi soyut söylemler ile dolu. Bunları nasıl sağlayacakları, adaleti ve özgürlüğü hangi somut adımlarla sağlayacakları konusu ise tam bir muamma.
Ama haksızlık etmemek lazım bu üç siyasetçinin somut vaadleri de var. Örneğin Temel Karamollaoğlu AK Partinin başlattığı ve devam eden bütün yatırımları durdurmayı vadediyor. Temel Bey Türkiye'yi havacılık sektöründen bir merkez haline getirecek ve yüz binlerce yeni istihdam yaratacak olan 3. Havalimanı gibi yatırımları durdurarak ülkemize daha doğrusu havacılık alanında Türkiye'nin rakiplerine büyük hizmetler etmeyi planlıyor.
Muharrem İnce de artık eskimiş bir teknoloji olduğunu iddia ederek yerli otomobile karşı olduğunu açıklayalı çok olmadı. Halbuki tekonolojisinde sürekli ilerleme olmasına rağmen insanoğlu daha belki de yüzlerce yıl otomobil kullanmaya devam edecek. İnce'nin de bu vaadiyle kimleri sevindirdiğini yazmamıza gerek yok sanırım.
Bir diğer parti de (HDP) savunma alanında yapılan harcamaları kısmayı vadediyor. Gelişen yerli savunma sanayi sonucunda üretilen yerli ve milli silah sistemlerinden en çok canı yanan PKK olduğu için bu tutumu anlamakta zorlanmıyoruz. Fakat HDP'nin bu kadar güvenlik tehdidi ile karşı karşıya olan Türkiye'nin savunma harcamalarını kısmayı vadederek PKK'nın sözcülüğünü yapması artık bir Türkiye partisi olduğunu iddiasını açıkca yalanlıyor.
Güya milliyetçi olan Meral Akşener'in de büyük seçim vaadi TRT'yi satıp, TİKA'yı kapatmak. Kamu diplomasisi alanında Türkiye'ye büyük faydalar sağlayan bu iki kurumun kapatılmasının Balkanlardan Afrika'ya Türkiye ile rekabet halinde olan ülkeleri memnun edeceği açık. Akşener'e tavsiyemiz Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, Yurtdışı Türkler başkanlığı ve DİTİB gibi kurumları da kapatmayı unutmaması. Böylece Türkiyenin aktif diasporasiyasetinden rahatsız olan ve sistematik olarak bu kurumları karalayan ülkeleri tam memnun etmiş olur.
Muhalefetin seçim vaatlerinde değinmedikleri iki konu ise FETÖ ve PKK ile mücadele. FETÖ ve PKK ile ilgili verdikleri tek somut vaat FETÖ ve PKK'dan tutuklu olanları salıvermek. Örneğin Meral Akşener 15 Temmuzköprüsünde sabaha kadar sivilleri yaylım ateşine tutan kara harp okulu öğrencilerinin serbest bırakılmasını talep ediyor. Meral hanıma göre askerler aldıkları emri uyguluyorlarmış. Tabi insan sormadan edemiyor, peki köprüde şehit edilen, çocukları öksüz ve yetim kalan insanların hukukunu kim savunacak.
Negatif bir yıkım siyaseti olarak okunabilecek akla ziyan bu vaatleri bu üç siyasetçi güya ekonomik gerekçelerle izah ediyorlar. Kurumları satıp parasını halka dağıtacaklarmış. Halbuki Türkiyenin en başarılı kurumlarına ve savunma sanayisi gibi sektörlerine yönelik böylesine bir saldırı ancak Türkiye dış güçler tarafından işgal edilseydi mümkün olabilirdi.
Muhalefetin yatırımları durdurmak, kurumları kapatmak, darbecileri salıvermek, terörle mücadeleyi durdurmak gibi seçim vaatlerine bakınca esas dertlerinin uluslararası güçlere biz yerli ve milli bir sanayi ve bağımsız dış politikadan vazgeçip eski iddiasız Türkiye'ye geri döneceğiz mesajını vermek olduğu anlaşılıyor. Zira Türkiye'ye büyük zarar verecek olan bu yıkım siyasetinin başka bir mantıklı açıklaması maalesef yok.
[Fikriyat, 1 Haziran 2018].