Türkiye, Suriyeli mültecilere vatandaşlık vermek zorunda mı? Sorunun cevabı aslında oldukça basit. Kesinlikle hayır! Eğer Suriye ile 700 kilometrenin üzerinde kara sınırımız olmasaydı, Esad’ın, Şii milislerin, Rusya’nın hava bombardımanlarının, PKK’nın Suriye kolu PYD’nin ve DAEŞ’in zulmünden kaçan ve sayısı 3 milyonu geçen siviller ülkemize sığınmasaydı, mültecilere vatandaşlık vermeyi düşünmezdik!
Dahası Suriye’deki insani kriz bu kadar derinleşmeseydi, insanların geri dönebilecekleri bir vatanları kalmış olsaydı, iç savaşın biteceğine dair bir umut ışığı belirseydi, 3 milyondan fazla mülteci ülkemizde yaşadığı hâlde onlara vatandaşlık vermeyi tartışmayabilirdik. Savaş eninde sonunda biter, Suriyeliler evlerine döner, kendi rızası ile dönmeyenler için tedbirler düşünülür, hâlâ ülkemizde kalan az sayıdaki mülteci de misafirliklerine devam ederdi.
Lakin öyle değil! 3 milyondan fazla mültecimiz var, savaş kısa sürede bitecek gibi değil ve bu insanların gidecek bir evleri yok. Bu da demek oluyor ki; mülteci meselesine daha kalıcı ve sağlıklı bir çözüm bulmak zorundayız. Tam da bu zorunluluk, vatandaşlık seçeneğini gündeme getiriyor. Gerekli nitelikleri taşıyan ve şartları sağlayan mültecilere vatandaşlık vermek, onları ev sahibinin ikramına bakan misafirler olmaktan çıkarıp, evin bütçesine katkıda bulunan fertler kılacaktır. Bu şartlar altında en akılcı çözüm de budur!
Daha sağlıklı ve akılcı çözümler olabilir mi? Muhalefetin varlık amacı tam da bu soruya cevap vermek aslında; iktidarı daha sağlıklı ve akılcı çözümlere yönlendirmek, iktidarı doğru kararlar ve yönetim için denetlemek. Peki, Suriyeli mülteciler konusunda muhalefet partileri ne diyor?
***
Kılıçdaroğlu şöyle buyurmuş: "Ben Suriyelilere karşı değilim, onlar da insan, bizim misafirimiz, kucakladık, soframızı paylaştık. Onların Türkiye'ye gelmelerine hiçbir zaman 'Niye geldiniz?' demedik. Savaştan, ölümden, açlıktan kaçıyorlar." Bu açıklamaya bakılırsa sorunun tespiti konusunda çok doğru bir yerde duruyor ana muhalefet lideri. Ancak sıra çözüme gelince işler karışıyor;
"Ben Avrupa'ya gittiğimde bana Suriye'yi sordular ve Suriye politikasını sordular. Kendilerine şunu söyledim, ilk yapacağınız iş, Suriye'deki savaşı sonlandırmak, Cenevre görüşmelerini barışla sonlandırmak. İki, yetmez bu, savaş sonrası elinizi cebinize atacaksınız ve Suriye'yi yeniden onaracaksınız ki, Suriyeli kardeşlerimiz kendi ülkelerine geri dönsünler. Evleri, barkları, parkları, okulları, hastaneleri olsun ki, bu insanlar kendi ülkelerine geri dönebilsinler."
Çok güzel temenniler lakin Avrupalılar Kılıçdaroğlu’nun sözünü dinleyip Suriye’deki savaşı bitirmediklerine göre ve Suriye’yi yeniden inşa etmeye de yanaşmadıklarına göre Türkiye ne yapacak?
HDP cephesinde durum CHP’den farklı değil. Eş genel başkan Demirtaş da "Kalıcı çözüm Suriye'de barıştır", demiş. Demirtaş barıştan bahsediyorsa aslında ne demek istediği gayet açık; bütün Suriye’yi bize verin, baskı, şiddet ve silah ile bizden başkasına varlık imkânı tanımayalım. Suriyelileri öldürüp, Suriye’yi haritadan sildiğimizde bir sorun kalmaz.
Gelelim MHP’ye... Bahçeli’ye göre "Kendi vatanlarını bırakıp gelenlere, bir kalemde Türk vatandaşlığı payesi vermek, ortak vatandan bahsetmek eğer düşüncesizlik değilse telafisi imkânsız bir şuursuzluktur". O zaman sizin öneriniz nedir? Cevap kocaman bir sessizlik!
***
‘Güzellik yarışması’ olarak isimlendirilen çirkinliğin bir iddiası vardır. Aslında sadece fiziksel güzelliğin ölçülmediğini, güzelliğin hâl, hareket, tavır ve entelektüel kapasite ile bir bütün olduğu ileri sürülür. Buna da inanmamız için finale kalan adaylara "elinde sihirli bir değnek olsa ne yapardın" sorusu yöneltilir. Klişe sorunun cevabı da klişedir; "tüm savaşları bitirirdim"
Gönül isterdi ki muhalefet partilerimizin ufku ‘güzellik yarışması’ finalistlerinden hâllice olsun!
[Türkiye, 14 Temmuz 2016].