15 Temmuz darbe girişimi sonrası teneffüs ettiğimiz millî birlik havasını koruyalım hatta daha da güçlendirelim. Şehit ve gazilerimizin acısı, darbeyi püskürtmüş olmanın verdiği sevinç ve darbecilere duyduğumuz öfke ve nefretin tazeliği ile duygusal bir zeminde birlik havası korunuyor.
Zaman geçip bu duygusallık dağıldıkça birlik havası da dağılmamalı. Şüphesiz toplumu, siyaseti, iş dünyası ve sanat camiası ile herkesin ilelebet aynı fikirde olması mümkün değil. Ülkenin gündemine gelen konuların çeşitliliği arttıkça, fikirlerin de çeşitliliği artacak ve kaçınılmaz olarak ortaya anlaşmazlıklar hatta istemesek bile kavgalar da çıkacak. Ancak ülke güvenliği ve ülke çıkarı gibi konularda bugün yakaladığımız birliği devam ettirebilmeliyiz. Örneğin iktidar partisini yıpratacağım diye "Türkiye DAEŞ’e destek veriyor" yalanının tedavüle sokulmasına destek olmamalıyız; Güneydoğu’da yerleşim yerlerinde yapılan ve sivillerin zarar görmemesi için azami çaba sarfedilen terör operasyonları için "insan hakları ihlali var" veya "Türkiye 90’lara dönüyor" gibi tezviratları yaymamalıyız.
Bugün yakaladığımız millî birliği yarın bir gün ülke gündemindeki konular çeşitlendiğinde de en azından ülke güvenliği ve ülke çıkarı konularında devam ettirebilmemiz için yapmamız gereken en önemli şey muhasebe yapmak. Meşrebimize göre bu muhasebenin adını özeleştiri, günah çıkarma, itiraf, pişmanlık veya tövbe koyabiliriz. Önemli olan her aktörün önce kendisine sonra da topluma "ben bu konuda böyle bir hata yaptım" diyebilmesidir.
Yabancı ve "yerli" medyanın bir kısmı tarafından aksi yönde bir kara propaganda yapılsa da Cumhurbaşkanımız Erdoğan şahsı ve siyasi hayatıyla alakalı muhasebe yapabilen bir lider. Daha önce eğitim konusunda diğer alanlarda olduğu kadar kuvvetli bir atılım yapılamadığını söyleyerek bunun bir örneğini vermişti. Şimdi ise FETÖ konusunda daha önce defalarca "biz de aldatıldık, kandırıldık" diyerek yaptığı muhasebeyi daha kuvvetli bir şekilde tekrarladı. Kendi sorumluluğunu ifade etti, hangi saiklerle yanıldığını açıkladı ve önce Rabbinden sonra da milletinden kendisini affetmesini istedi. Erdoğan’ın bu tutumu diğer aktörlere de örnek olmalı. Onlar da FETÖ konusunda benzer bir muhasebe yapmalıdırlar. Yapsınlar ki bu meselenin konuşulmayan bir kısmı kalmasın. Yapsınlar ki bu meselenin bir "küçük siyaset" meselesi olmadığı görülsün. Yapsınlar ki bu meselede kimse kimseyi artık bel altından vurmaya yeltenmesin. Yapsınlar ki bu meselenin ülke güvenliğine ve çıkarına dair bir mesele olduğu, gündelik siyasetin malzemesi olamayacağı ayan beyan ortaya çıksın.
Sayın Baykal bir açıklama yapsın mesela; "Malum kaset skandalından sonra partimden istifa ederken Pensilvanya’ya saygılarımı ve sevgilerimi sundum. Kaset işini zaman zaman açıktan zaman zaman ima ile Sayın Erdoğan’a yıkmak için çaba sarfettim. Bu yönde beyanatlar verdim. Bugün ortaya çıktı ki bu iş de FETÖ’nün işiymiş" desin.
Sayın Bahçeli de çıkıp "17-25 Aralık Darbe Girişimi’nin montajlı tapelerini AK Parti’den biraz daha oy kopartabilir miyim diye düşünerek doğruluğunu hiç sorgulamadan kullandım" desin. Hatta daha önceki seçim kampanyalarında FETÖ’nün yayın organı olan Zaman gazetesine hiç reklam vermezken 17-25 Aralık seçimlerini takip eden 30 Mart seçimlerinde gazete reklamlarının büyük kısmını bu gazeteye verdim" desin.
Kılıçdaroğlu da kendisiyle ve partisinin bir zamanlar çok daha ateşli takip ettiği radikal laiklik politikaları ile hesaplaşsın. Bizi bugünlere biraz da bu politikaların getirdiğini kabul etsin. FETÖ’nün yayın organlarına kayyum atandığında attığı basın özgürlüğü naralarının muhasebesini yapsın. FETÖ’nun propaganda makinesinin arkasına takılarak gönüllü sözcülüğünü yapmakla hata ettiğini söylesin.
Söylesinler ki bir daha tekrar etmesin. Söylesinler ki böyle bir siyasetin kimseye kazandırmadığını ilan etsinler. Söylesinler ki millî birliğimiz, çıkarımız ve güvenliğimiz bir daha küçük siyasi hesapların konusu olmasın.
[Türkiye, 6 Ağustos 2016].