Günümüz siyasal gerçekliğinin en merkezi kavramı hiç kuşkusuz “Yeni Türkiye”.
Yeni Türkiye söylemi, bugün siyaset yapanlar için de yazanlar için de ortak bir tartışma zemini inşa etmiş durumda.
Yeni Türkiye kavramı Türkiye siyasi tarihinde çeşitli kereler öne çıkmış olsa da, ilk defa sistematik bir dönüşümü nitelemek üzere kullanılıyor.
Yeni bir zemine, yeni sınırlara, yeni bir paradigmaya işaret ediyor.
Başından beri bu söylemi bir imkan olarak gören biri olarak ben yeni Türkiye’yi bir tahayyül ve bir iddia olarak gördüm.
Ama artık Yeni Türkiye, inşa halinde bir sürece dönüşmüş durumda. Ve bu sürecin ana aktörü Türkiye’nin en geniş gövdeli muhalefet hareketini temsilen iktidara gelen ve iktidarı dönüştüren, siyasetteki çevresel eğilimleri, yeni bir siyaset üslubuyla, merkezi dönüştürmek üzere seferber eden ve bunu başaran AK Parti.
AK Parti siyasetini Türkiye’nin modernleşme, normalleşme ve bütünleşme süreçleri açısından ciddi bir imkan olarak gören bütün kesimler yeni Türkiye söyleminin üretimine katkıda bulundular.
Biz yazar-çizer takımı kendimizi döne döne okumayı sevdiğimiz ve sıklıkla kendimize referans vererek konuşmayı önemsediğimiz için kolektif biçimde üretilen pek çok söylemi fırsatını bulunca kendimize mal etmeye çalışırız. Yeni Türkiye söyleminde de böyle oldu. Tam, bu söylemi ben buldum diye ortaya çıkmaya hazırlanıyorken, etraftan “hayır, önce ben buldum” seslerini işitince, “yapacak bir şey yok” deyip usulca geriledim.
Kim ne derse desin, yeni Türkiye söylemi kolektif bir biçimde üretildi. 2010’dan bu yana kendisini iyice dayatan sistem revizyonu talebi yeni Türkiye söyleminde tebellür etti. Bu yönüyle yeni Türkiye kavramsallaştırması bir ihtiyacı gösteriyordu. Aşılması gereken, tıkanan bir yapının her anlamda eskidiğini, tarih dışı kaldığını göstermenin en işlevsel yolu buydu.
2010 referandumu ve 2011 seçimleri Kemalist oligarşi düzenini köklü bir biçimde sarstı. Eskinin muktedir aktörlerini ve onların egemen söylemlerini toplum nezdinde itibarsızlaştırdı. Oluşan boşlukta yeni aktörler hegemonya mücadelesine ve söylem savaşına dahil oldu.
Yeni Türkiye söylemi tam da bu ortamda neşet etti. Farklı ideolojik gövdeleri temsil eden elitler, kendilerine göre “yeni” olanın içini doldurmaya çalıştılar. Kendilerini, “Kürt”, “İslamcı”, “muhafazakar”, “sol-liberal”, “hizmet gönüllüsü” vb. şeklinde ayrıştıran elitler ellerindeki mekanizmaları kullanarak “yeni Türkiye” modelleri ürettiler. Ne var ki, bu elitlerin pek çoğu yeni Türkiye modelleri üretirken, yeni Türkiye söylemine katkı sunarken AK Parti siyasetinin pragmatizmini ve realizmini görmezden geldiler. Erdoğan’ı popülizmin şampiyonluğunu yaparak oy toplayan bir sandık sihirbazı olarak resmedip, sistemin yeniden yapılandırma rolünü kendilerine verdiler. Bir anlamda siyaseti küçümsediler, hatta siyaset karşıtı bir pozisyona düştüler. Kısa sürede eski sistemin devamını isteyen yeni aktörler olarak siyasi tarihimizdeki yerlerini aldılar. Ne var ki bu bakış açısı 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleriyle birlikte yenilgiye uğradı. Ve kamuoyu vicdanında mahkum edildi.
Siyaset de, yeni Türkiye tartışması da esasında yeni başladı. Siyaset üzerindeki korku duvarı aşıldı. “Türkiyelilik” üzerinden, kimlik restorasyonu üzerinden gerçek bir müzakere başladı.
Önümüzdeki dönem tam da bu nedenle, yüzde 52’nin daha net konuşacağı, kendi söylemsel inşa sürecini daha sahici bir biçimde yapacağı bir dönem olacak. Daha yakıcı sorular gündeme gelecek. Eleştiriler daha gerçekçi ve sarsıcı olacak. Vesayet endişesiyle “kol kırılır yen içinde kalır” denmeyecek.
Şehircilikten kültür politikalarına, yükseköğretimden sanata, agresif kalkınma politikalarından kapitalist hoyratlığa müsaade eden yaklaşımlara kadar hemen her alanda daha sahici kamusal tartışma zeminleri inşa edilecek.
Yeni dönemin yeni meydan okumalarına siyasetin de alışması gerekecek. Yeni dönemde tesanüd duygusuyla eleştirinin bertaraf edilme lüksü de kalmayacak.
Bence iyi olacak. Yeni Türkiye biraz da bu demek çünkü.
[Akşam, 04 Eylül 2014]