Türkiye tarihine dönün bakın, ne vakit kurucu bir siyasal özne ortaya çıksa mutlaka çevrelenmeye çalışılmış, iddialarını küçültmesi talep edilmiştir.
Yaratılan korku atmosferi bu sürecin en önemli unsuru olmuştur. "Bunu sana yaptırmazlar", "Türkiye, nihayetinde bir Ortadoğu ülkesi", "Bizi bitirirler", "Seni bitirirler"!
Bu tehdit ve yönlendirmelerle yoğrulmuş bir siyasi tarihimiz vardır aslında.
Açın bakın asker ve siyasetçilerin hatıratlarına. En çok karşılaşacağınız diyaloglar bunlardır. Adnan Menderes'in Rusya ile rasyonel bir ilişki geliştirilip geliştirilemeyeceğine, Özal'ın Orta Asya açılım sürecine ilişkin düşünmeye başladıkları noktada karşılaştıkları sözler bunlardır.
Bunu da sadece soldan yaklaşanlar yapmamış, sağdan yaklaşanlar da, sureti haktan görünenler de yapmıştır.
Yani hem, dış ülkeler, hem muhalefette yer alan siyasi aktörler, hem de aynı çatı altında birlikte siyaset yapılan aktörler itimat telkin etmişler, frene basma tavsiyesinde bulunmuşlardır.
Samuel Huntington, “Medeniyetler Çatışması” kitabında Türkiye’nin Batı ile İslam medeniyeti arasında “bölünmüş bir ülke” olduğunu iddia eder. Bu yaklaşım Türkiye’nin kimliği tartışmaları yapılırken hep gündeme gelmiş, Türkiye'de siyaset yapan bütün aktörlere buna göre muamelede bulunulmuştur.
Ne de olsa Türkiye, Hilmi Ziya Ülken'in belirttiği gibi on dokuzuncu yüzyıldan bu yana düaliteler arasında sıkışmış, “yeni” ve “eski” arasında yaşanan düaliteler siyasal ve düşünsel gerçekliğimizi belirlemiştir.
Bize öğretilen "bu sıkışmışlık içerisindeki bir ülkede siyaset yapmak, bağımlı bir politika izlemeyi mecbur kılar" önermesidir.
Kurucu siyasal özne olmak, tam da bu sıkışmışlık içerisinde olmayı reddetmek anlamına gelir. Yıllar yılı Türkiye'nin önüne konan, Türkiye'de siyasetçilerin önüne konan korkular AK Parti hükümetinin önüne de kondu.
Bu korkular en temelde Türkiye'nin uluslararası konumuna ilişkindi.
Türkiye'nin dönüşme tehlikesine dikkat çeken korkular. Türkiye tarihinde güçlü bir dış politika çizgisi tutturmak isteyen her siyasetçi "ülkemiz yalnızlaşır" uyarısına muhatap oldu. Türkiye'de siyaset, ne zaman toplumsal barış, devlet-toplum ilişkilerinin iyileştirilmesi, birlikte yaşama, kuşatıcı yurttaşlık vb. projeler etrafında örgütlense, "Türkiye bölünebilir" cümlesi sarfedildi.
Türkiye, uluslararası bir aktör olarak ne zaman sahneye çıksa, "büyük güçler tarafından kullanıldığı" tezi işlendi.
Kurucu siyasi özne olmak, sağdan ve soldan gelen bu baskıya direnebilmek demektir.
Türkiye’de Cumhuriyetin başından bu yana devlet eliyle yürüyen Batılılaşma ve toplumsal alanda karşımıza çıkan modernleşme farklı düzlemlerde işledi.
Devletin pek de öngöremediği şekilde cereyan eden farklı modernleşme tecrübeleri Türkiye’yi son elli-altmış yılda ciddi şekilde dönüştürdü.
Bugün, devletin toplumsal modernleşme süreçleri önünde bir engel olmaktan kalktığı bir Türkiye'de yaşıyoruz.
Bu yönüyle Türkiye'nin geçmiş korku ve tehditlerle çevrelenmesi mümkün değildir, olmamalıdır.
Kurucu siyasi özne olmak bunun farkında olmak ve kuruculuk misyonunun arkasında durmaya devam etmektir.
[Akşam, 13 Mayıs 2014]