İstanbul, dün iki olağanüstü toplantıya ev sahipliği yaptı. Türkiye'nin öncülük ettiği her iki toplantının da hedefi İsrail'in 14 Mayıs'taki Gazze katliamına karşı insanlığın sesini yükseltmekti. Kudüs'ü İsrail'in başkenti kabul edip, elçiliğini taşıyan ABD'nin "kışkırtıcı" kararını lanetlemekti. Siyonist Tel Aviv'in bitmek bilmeyen katliamları karşısında etkisiz kalan BM'nin, uluslararası sistemin iflasını haykırmaktı. İlki, yüzbinlerin katılımıyla Yenikapı'da gerçekleşti. İkincisi de İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) zirvesiydi. Zirve için gelen Müslüman liderlerin Yenikapı mitingine katılması da önemliydi. MHP lideri Bahçeli, Filistin Başbakanı Hamdallah, Başbakan Yıldırım, Meclis Başkanı Kahraman ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptıkları duygu yüklü konuşmalar "zulme lanet, Kudüs'e destek" verenlerin fikriyatına tercüman oldu. "Mescid-i Aksa'yı düşünde görenlerin" hissiyatını dile getirdi. Kudüs'e destek mitinginin 15 Temmuz direnişinin meşhur mitingini hatırlatırcasına Yenikapı'da yapılması da ayrıca anlamlıydı.
***
Filistin ve Kudüs davası Türk milleti için sadece hassas olunan bir dış politika konusu değil. Sağından soluna, dindarından laikine tüm kesimlerin birlikte desteklediği nadir konulardan birisi de. Hatta Filistinlilerin katledildiği, insani bir trajedi olmanın ötesinde anlam taşıyor. Türkiye'nin kendi milli mücadelesinden ve sembollerinden ayırmadığı bir dava aynı zamanda. Osmanlı'nın yıkılışı ve Kudüs'ün kaybı birbiriyle bağlantılı tarihi anlar. Ve 70 yıldır Filistinlilerin çektiği acılar Osmanlı'nın kurduğu düzenin çöküşünden sonra Ortadoğu'ya bir daha barışın gelmediğini hatırlatmaktadır. Kudüs'e destek mitingi gösterdi ki Türkiye, Mescid-i Aksa dahil İslam'ın kutsal mekânlarına sahip çıkmayı milli kimliğinin bir parçası haline getirmiş durumdadır. Bu olguyu Erdoğan "Kudüs sadece bir şehir değildir. Kudüs bir semboldür. Bir imtihandır. Kudüs bir kıbledir. İlk kıblemizi koruyamazsak son kıblemize güvenle bakamayız" cümleleriyle dile getirdi. Yıldırım ise "Filistin Türkiye'nin meselesidir, milletimizin meselesidir" cümlesini kullandı. Bahçeli de aynı mesajı "Kudüs düşerse tarih düşer, İslam tökezler. Kudüs düşerse Ankara düşer, İstanbul kavrulur" ifadeleriyle verdi.***
Bu açıklamalardan sonra Türkiye'nin ve Erdoğan'ın Kudüs davasına sahip çıkmasını Batı medyasının ya da Körfez'deki yorumcuların erken seçimlerle irtibatlandırmasının bir karşılığı yok. Ancak Türkiye'nin Kudüs'e verdiği güçlü desteğin Arap yönetimlerini halkları nezdinde zora soktuğu da aşikâr. Zira Mısır ve Suudi Arabistan gibi geçmişte Filistin konusunda öne çıkan ülkeler bugün Trump Yönetimi ve İsrail'le ortaklaşa, yeni bölgesel dizayn planları yapıyorlar. Filistin'e "asrın anlaşması" adı altında "onursuz bir barışı", "Kudüs'süz bir devletçiği" kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bunun anlamı Arap liderlerin hem Kudüs'ün milli kimliklerindeki öncelikli konumunu tasfiye ettikleridir. Hem de Filistin'i dış politika gündemlerinde son sıraya bıraktıklarıdır.***
Türkiye kimliğinde Kudüs'ü öne çıkarırken Arap liderlerin Filistin konusunu milli menfaatlerine bir engel olarak görme noktasına gelmeleri yeni bir durum... İran'ın "çatışmacı, Yahudi karşıtı" direniş söylemi onları zorlamıyordu. Aksine Suriye iç savaşındaki olumsuz rolü ile İran, Sünniler nezdinde itibarını kaybetti. Ve Vahhabi din adamları İran düşmanlığında İsrail'le birlikte saf tutmak için "meşrulaştırıcı" fetvalar hazırlayabildi. Halbuki Erdoğan'ın "Siyonist ile Musevi'yi" ayırt eden "adalet" haykırışı ve "zulme karşı yürüme" daveti bölge insanını derinden etkileme potansiyeline sahip. Yahudi ve Batı karşıtlığı yapmadan İsrail ve destekçilerini insanlığa şikâyet etmesi ise devrimci bir mesaj. Ez cümle, Erdoğan'ın Yenikapı mitinginde Kudüs davasında "öncülük etme" ve "nöbeti devralma" çağrısı yapması Ortadoğu'da yeni dizayn peşinde olanlara meydan okumadır.[Sabah, 19 Mayıs 2018].