İdlib'de çatışma, mültecilere Yunan şiddeti, Rusya ile mutabakat ve Avrupa ile yeni başlangıç derken ülkemizde de ilk vakanın görülmesiyle koronavirüs gündelik hayatımızın merkezine yerleşiverdi. "Tedbiri artıralım, teması azaltalım, ellerimizi bolca yıkayalım" sloganıyla toplum ve bireyler olarak kendimizi yeni bir gerçekliğe hazırlıyoruz. "Her sene gripten çok sayıda insan ölüyor" şeklindeki umursamaz tavır virüsün yayılma hızını artırdı. Kısa sürede tüm dünyayı saran bu virüse karşı verilen tepkide İran ve İtalya başarısız, Japonya ve Türkiye olumlu örnekler olarak verilmekte. Kritik mesele virüsün yayılma hızını yavaşlatabilmek. İtalya'da olduğu gibi sağlık sisteminin aşırı taleple çökmesini engellemek. Bu da paniğe kapılmadan her birlikte seferber olmayı gerektiriyor.
Kriz Yönetimi
Türkiye'nin, başarılı bir kriz yönetimi uygulamasında karar alma süreçlerindeki hızlılık ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın tedbir alma zamanlaması önemliydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dün Beştepe'de sadece koronavirüs gündemiyle toplantı yapması Türkiye'nin meseleyi ne kadar merkeze aldığını gösteriyor. Zira bu virüs ile mücadelenin hayatımızın birçok alanını uzun vadeli olarak etkileyeceği anlaşılıyor. Bu etkinin borsalardaki ve petrol fiyatlarındaki rekor düşüşlerle sınırlı kalmayacağı aşikar. 1990'ların başında "kutsanan" küreselleşmenin uzun bir süredir popüler olmadığını biliyoruz. Trump'ın ABD başkanı seçilmesinden sonra da bir zamanlar muzaffer ilan edilen liberal dünya düzeninin yerini bir tür kaosa, büyük güçlerin rekabetine bıraktığını görüyoruz. Ülkeler arasında yeni duvarların, içlerinde ise yeni fay hatlarının oluştuğunu gözlemliyoruz.
Küreselleşme karşıtlığını yükseltir mi?
Küreselleşmeye verilen tepkinin bu olgudan en çok istifade ettiği düşünülen Batı toplumlarında bile aşırı sağı, popülizmi, Beyaz milliyetçiliğini ve yabancı düşmanlığını güçlendirdiğini biliyoruz. ABD başta olmak üzere büyük ekonomilerin merkantilist politikaları gündeme aldığını, hatta ticaret savaşlarına girdiğini gördük. Koronavirüs de zaten giderek kaotik hale gelen dünyamıza yeni bir belirsizlik, korku ve içe kapanma fırtınası getiriyor. Ancak bu tür korkulara fazlasıyla kapılmak hiçbir toplumun lehine değil. Zira finanstan üretime kültürden teknoloji ve medyaya kadar tüm dünya toplumları birbirine sıkıca bağlı. Hastalık korkusuyla ilk tepkiler içe kapanma olsa da ülke ekonomilerinde ortaya çıkacak olumsuz sonuçlar tüm dünyada resesyonu getirebilir.
Kaderimiz Ortak
Korona krizi şunu gösteriyor ki, insanlığın kaderi sandığımızdan daha çok ortak. Belki, Esad rejiminin "ya ölüm ya göç" dayatmasıyla yollara düşürdüğü Suriyelilere karşı duvarları, dikenli telleri yükseltebilirsiniz. Belki, Hindistan'da kitlesel şiddete uğrayan Müslümanlara sessiz kalabilirsiniz. Belki Afrika'daki güç savaşlarının fakirleştirici etkisine gözlerinizi kapayabilirsiniz. Yabancı düşmanlığını, İslamofobiyi sizi hedef almadığı için tolere edebilirsiniz. Ancak koronavirüs salgını gösterdi ki, insanlık olarak bütün bencil çıkarlarımızı ve korkularımızı aşan bir ortak zeminimiz, sorumluluklarımız var. Hiçbir ülkenin içe kapanma lüksü yok. Bu daha fazla fakirlik, daha fazla çatışma ve katliam demek. Dün Çin'deki sorun bugün dünyanın her köşesinde. Bu salgının kontrol altına alınarak birkaç ay içerisinde normalleşeceğimizi düşünenlerdenim. Virüslerle beraber yaşamayı öğreneceğiz. İnsanlık olarak hepimizi etkileyen koronavirüsten "pozitif dersler çıkarabilirsek" dünyamızı daha yaşanabilir kılabiliriz.
[Sabah, 13 Mart 2020]