Yargıtay 15 Şubat 2017 itibari ile Türkiye’de faaliyette olan siyasi parti sayısını 92 olarak açıklamıştı. 19 Ekim 2017 itibari ile güncellenen listede 86 partinin adı bulunmakta. Mesela açıklanan güncel listede en son 3 Ekim 2017 tarihinde kurulan partinin adı “Güven Adalet ve Aydınlık Partisi”. Kurucuları hariç böyle bir partinin faaliyette olduğunu büyük ihtimal kimse bilmiyor.
Dün itibarıyla 86 partinin bulunduğu bu listeye Meral Akşener’in öncülüğünde kurulan ”İyi Parti” adında yeni birisi daha eklendi.
Siyasi partiler literatüründe yeni partilerin ortaya çıkışları ile ilgili farklı yaklaşımlar bulunmakta. Bunlardan biri de batıda “splinter party” olarak adlandırılan “ana partiden ayrılarak kurulan” partilerdir. Akşener tarafından kurulan parti de MHP’den ayrılanlar tarafından kurulduğu için bu tipolojiye uygun bir özellik göstermekte.
Bu tip partiler daha çok, mevcut içinde yer aldıkları partinin lider kadrosu ile girilen mücadelenin kaybedilmesi ya da ideolojik olarak farklılaşmanın sonucunda ana partiden ayrılanlar tarafından kurulur.
Türk demokrasi tarihine bakıldığında birçok parti bir ana partiden ayrılanlar tarafından kurulmuştur. Ama bunların içinde sadece ikisi başarılı olmuştur. Bunlar, CHP’den kopanlar tarafından kurulan Demokrat Parti (DP) ve Fazilet Partisi’nin kapatılmasının ardından bu partiden ayrılanların kurduğu AK Parti’dir. 1946’da yapılan hileli seçimleri saymazsak (ki o seçimde bile DP 61 milletvekili çıkarmıştır) 1950 seçimlerinde DP yüzde 53,5 oy oranı ile 416; CHP ise yüzde 39,9 oy oranı ile 69 milletvekili çıkarmıştır. AK Parti ise girdiği ilk seçimde 34,3 oy oranı ve 363 milletvekili ile seçimi kazanmıştır.
Bu iki partinin dışında ana partiden ayrılarak kurulan partilerin girdikleri ilk seçimlerde aldıkları oy oranları çok düşüktür. Ve tümü başarısız olmuştur.
Örneğin, Doğru Yol Partisi’nden ayrılanlar tarafından kurulan Hüsamettin Cindoruk’un başkanlığındaki Demokrat Türkiye Partisi, 1999’da girdiği ilk seçimde yüzde 0,6 oy almıştır. DSP’ten ayrılan ve büyük bir medya desteğini arkasına alan İsmail Cem’in kurduğu Yeni Türkiye Partisi ise 2002 seçimlerinde sadece yüzde 0,1 oy alabilmiştir.
Bu tip partilerin büyük çoğunluğu ilk seçimin ardından bir sonraki seçimlere bile giremeden siyaset sahnesinden çekilmişlerdir.
Ana partiden ayrılan ve sert bir ideolojik konumlanmaya sahip olan partiler ise girdikleri her seçimde yüzde birlik oranlara ancak ulaşabilse bile parlamento dışı muhalefet olarak varlığını sürdürebilmektedir. Buna en iyi örnek MHP’den ayrılan ve hiç seçim başarısı olmayan Büyük Birlik Partisi’dir.
Son 15 yıllık AK Parti iktidarı döneminde kurulan partiler ise seçimlerde dikkate değer bir oy almanın ötesinde gündemin ön sıralarına bile gelememişlerdir. Örneğin CHP’den ayrılarak ANA Parti’yi kuran Emine Ülker Tarhan girdiği ilk seçimde yüzde 0,06 oy alabildiği için seçimin hemen ardından partisini feshetmiştir. Yine CHP’den ayrılan ve Yaşar Nuri Öztürk tarafından kurulan Halkın Yükselişi Partisi de aynı kaderi yaşamıştır.
AK Parti’den ayrılan Abdüllatif Şener’in Türkiye Partisi ise 2011 seçimlerine girmeye hak kazanacak örgütlenmeyi bile gerçekleştirememiştir. Böyle olunca da Abdüllatif Şener 2011 seçimlerinde Sivas’tan bağımsız aday olarak sadece yüzde 4 oy alabilmiştir.
Bugün Türkiye siyaseti açısından meseleye bakıldığında merkezde güçlü bir parti bulunmaktadır. Ekonomik ve siyasal açıdan ülke kriz içinde değildir. Yeni kurulan partinin benzeri zaten siyasette varlığını sürdürmektedir. Bu açılardan bakıldığında yeni kurulan partinin hangi siyasi boşluğu dolduracağı, siyasi söylem ve programının yeni ve farklı olarak ne söylediği önemli bir sorudur. Bir sonraki yazı da bu açılardan konuyu tartışacağım.
[Türkiye Gazetesi, 26 Ekim 2017]