Bir buçuk aydır sahip olduğumuz siyasal mutabakat ortamının öneminden, değerinden bahsedip duruyoruz. Bunun Türkiye'nin aslı esası olduğunu, toplumsal birlik havasının siyasal alana yansıdığını belirtiyoruz.
7 Ağustos Yenikapı mitingiyle bu uzlaşı ortamının zirve yaptığını, bunun da Türkiye'ye bir değer katacağını iddia ediyoruz. Bundan dolayı memnuniyetimizi dile getiriyoruz.
***
Bütün bunları söylerken iki şey daha söylüyoruz.
- Bu mutabakat ortamı aşağıdan yukarıya doğru işleyen, milletin sinerjisinin siyasal alana yansıması sonucu oluşan bir ortamdır.
- Bu ortama uygun davranmayan, yeni dönemin kodlarına aykırı hareket eden ve siyasete 15 Temmuz öncesinin refleksleriyle yaklaşanlar kaybeder.
Ülke PKK, DAİŞ ve FETÖ'nün ve onların arkalarındaki uluslararası şer şebekelerinin yoğun saldırıları ile karşı karşıyayken iç çekişmelerle zaman kaybetmenin ülkeyi çökerteceğini biliyorlar. Yıldırım ve Bahçeli sadece sorumlu davranmıyorlar, aynı zamanda rasyonel adımlar atıyorlar. Zira siyasal çıkarlarının milletin birliğine, toplumdan yükselen ortaklık şuuruna sahip çıkmaktan geçtiğini de görüyorlar.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise kendi siyasal varlığını teminat altına almak namına, sözüm ona "rasyonel" olmak adına "sorumlu" davranmıyor. Ben kendisini 15 Temmuz'dan sonra önce Taksim meydanında, ardından da Yenikapı meydanında dinledim. Biçimsel olarak 15 Temmuz ruhuna destek veriyor oluşuna değer versem de, yaptığı konuşmaların ideolojik ve dogmatik çerçevesi beni her seferinde çok rahatsız etti. Aslında toplumun büyük kesimi böyle düşündü.
Yine de Kılıçdaroğlu 15 Temmuz öncesinin o kirli üslubunu devreye sokana kadarki süreç "siyasal rekabet" alanı içinde değerlendirilebilirdi. Fakat Kılıçdaroğlu FETÖ patentli ucuz ve ötekileştirici siyasal söylemleri yeniden kullanmaya başladı. Bir kez daha "Erdoğandüşmanlığı" sermayesiyle ilerleyeceğinin işaretlerini verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifade ettiği gibi bu söylemler topluma Kılıçdaroğlu'nun Yenikapı'da verdiği görüntünün samimiyetini sorgulatır.
***
Dikkat ettiyseniz HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ı bu ortam içinde hiç zikretmedim. Nedeni çok basit. Zatıalileri ve partisi Türkiye'nin terörle mücadelesinde başından itibaren doğru yerde saf tutmadı. Bir terör örgütünün sektör temsilciliğini yaptılar ve ne yazık ki yapmaya devam ediyorlar. Evet, çok acı ama HDP, PKK'nın politika sektöründeki temsilcisi konumunda. Tıpkı TUSCON'un FETÖ'nün ekonomi sektöründeki temsilcisi olması gibi.
***
Türkiye'nin şu an itibariyle bir milli birlik ruhuna ve buna uygun bir siyasi atmosfere ihtiyacı var. Bir yandan devlette ciddi bir arınma süreci yürütülüyor. Diğer yandan devletin kurumları ve felsefesiyle yeniden yapılandırılması gibi zor bir görevle karşı karşıyayız.
Bütün bunlar olurken bir yandan terör örgütlerinin fiili saldırılarıyla, öte yandan onlara destek veren uluslararası yapıların söylemsel taarruzlarıyla başa çıkmaya çalışıyoruz. Ve tam da bu süreçte silahlı kuvvetlerimiz sınır ötesinde yine terörizmle mücadele kapsamında operasyonlar gerçekleştiriyor.
Evet bu yeni dönemde siyasette bir milli birlik ruhuna ihtiyacımız var. Dogmatizm değil pragmatizm, retorik değil pratik, ideoloji değil sosyoloji, düşmanlık değil rekabet, yalnızlaşma değil işbirliği bu yeni dönemin kavramları olacak...
[Sabah, 3 Eylül 2016].