Meşhur tabirle CHP fabrika ayarlarına döndü. FETÖ argümanlarıyla bezenmiş iç politika söylemleri ve PR “mucizesi” Selin Sayek Böke ile Kılıçdaroğlu arasındaki radikal söylem rekabeti tekrar ateşlendi. Dış politikada ise kalitesizliğe bıraktıkları yerden yeniden başladılar. Musul’a “mal bulmuş Mağribi” gibi dört elle sarılan CHP kurmayları, bu sefer de ABD-İran-Irak’ın mezhepçi hükümetinin argümanlarıyla hükümete karşı polemiklere başladı. DEAŞ’ın mimarları Maliki ve Esed’le görüştükleri günleri hatırlattılar.
Madem konu Irak ve CHP, 28 Aralık 2015’te bu köşede yazdığım “Hariciye koridorlarından CHP’ye kısa yol” yazısını hatırlatayım. Irak’ın kritik yıllarında Türkiye’nin Irak özel temsilcileri ve büyükelçileri arasında CHP’liler vardı hatta ağırlıktalardı. Tabii o zaman Hariciye’de çalışıyorlardı; emekli olunca CHP’den siyasete girdiler. DEAŞ’in Musul’da cirit attığı dönemlerde görev yapan, Hariciye’nin vasat altı memuru olan konsolos da geleneği bozmadı ve CHP’den siyasete kısa yoldan girdi. Hükümetin Irak politikasına dair en büyük sorun, Irak’taki temsilciliklerimizin hükümetle ayrı zihni dünyalarda yaşayan ve farklı vizyonlara sahip figürlere teslim edilmesiydi oysa. Zaten şu günlerde ağızlarından düşürmedikleri bayat argümanlarının en büyük çürütücüsü de yine kendilerinin uzun yıllar boyu Irak’ta işgal ettikleri pozisyonlardır. Kimse “onlar hükümetin memuru idi; hükümet ne derse onu yaptı” tarzı naifliğe başvurmasın. Merkezle temsilcilik arasındaki etkileşim hiçbir zaman tek taraflı değildir.
Bir muhalefet partisinin Musul gibi önemli bir operasyona dair daha fazla bilgi sahibi olmak istemesi normal. Normal olmayan ise Kılıçdaroğlu’nun ve kurmaylarının yaptığı gibi bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmakta. “Musul’da Türkiye’nin masa dışı bırakılması en büyük yenilgimizdir” ifadesinin bir bilgisizlik ve kapasitesizlik sorunu olduğu aşikâr; ama sanki “Musul’da bir yenilsek de polemiğini yapsak” havası da var. Yoksa masa ne? Masa dışı kalmak ne? Türkiye ne? Yenilgi ne? Anlamaya yönelik bir çaba da yok. Mesela operasyonun en yakın müttefiklerimizden ve bir kısmını bizim eğittiğimiz Peşmerge eliyle ilerlemesi, yine bizim eğittiğimiz Haşd-i Vatani’nin de operasyona katılması Kılıçdaroğlu’nun o derin (!) analizlerinin neresine düşüyor. Veya tersten düşünelim; yarın Türk uçakları koalisyon ile birlikte Musul ve havalisini bombalarsa aynı mantıkla Türkiye’yi muzaffer mi ilan edecek Kılıçdaroğlu? Türkiye’nin Musul’un sosyo-politik dengesinin korunması gerektiğine dair oluşturduğu kamuoyu ve bilinç bile başlı başına önemli değil mi?
Bu arada Fırat Kalkanı, DEAŞ’la efektif mücadele ve örneğin Dabık’ın kurtarılmasına dair ABD’den bile defalarca övgü dolu açıklama yapılmışken, Kılıçdaroğlu’nun muhteşem analizlerini merak etmiyor da değiliz.
Siyasetçi polemik yapar da seviyesiz polemik de hiç çekilmiyor. Yine aynı grup konuşmasında Kılıçdaroğlu, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu Nusra’ya “terörist” dediği için tebrik ediyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ise “Eğer dost olmak için IŞİD'e karşı dost olmak ölçüyse El Nusra'ya da dost ol. Onlar da savaşıyor” dediği için eleştiriyor. Cumhurbaşkanı’nın o cümleleri ABD’yi kendi argümanlarıyla avlama amacıyla söylediğini kavramak için Uluslararası İlişkiler, cümledeki kinayeyi anlamak için de Edebiyat okumaya gerek yok. Ortada ciddi bir kavrama kabiliyeti eksikliği var.
Bu kavrama eksikliği, polemik yapma ihtiyacıyla da birleşince ortaya Kılıçdaroğlu’nun dış politika vizyonu (!) çıkıyor. Tüm Yenikapı ruhumla söylüyorum, Kılıçdaroğlu kavrayamadığı konulara pek girmemeli.
[Akşam, 24 Ekim 2016].