SETA > Yorum |
Kemalizm'den Tevarüs Edilen Devleti Ele Geçirme Çabası

Kemalizm'den Tevarüs Edilen Devleti Ele Geçirme Çabası

Devlet aygıtı üzerinden kendi ideolojisini enjekte eden Kemalist rejimin, devlet eliyle hükmetme ve dönüştürme mantığının bir yol ve yöntem olarak benimsenmesi söz konusu.

Türkiye’de siyaset kurumunun itibarı çoklarının hatırlayacağı gibi 1990’lı yıllarda dibe vurmuÅŸtu. Faili meçhullerle geçen 1993, 5 Nisan kararlarının damga vurduÄŸu 1994, Susurluk kazasının yaÅŸandığı 1996 ve post-modern darbe ile geçen 1997 yılı aslında 1990’lı yılların karanlık yüzünü de resmediyordu. Bu süreçte, vesayetçi odaklar iÅŸbirliÄŸi içerisinde siyaset kurumunun zaten zayıf olan itibarını tümüyle zedelemek pahasına, kendilerine siyasetin boÅŸluklarından faydalanarak manevra alanları açmışlardı. Siyasetin alanını daraltma ve siyaset dilini tam zıtlıklar üzerinden kurgulama çabası esasında siyaset kurumunun meÅŸruiyetine yönelik bir hamle olarak okunabilir. Bilhassa 1980 darbesi sonrası, Toplumun siyaset ve siyasetçi algısı son derece olumsuz bir hal aldı. 1990’lı yıllarda, siyaset kurumuna olan güvenin yapılan anketlerde çok düÅŸük çıkması ve en güvenilen kurumlar arasında Ordu’nun zikredilmesi bu durumun bir göstergesiydi. Siyaset kurumunun baÅŸarısız olması, istikrarsız hükümetler, ekonomik krizler ve toplumsal çatışmalar anlamına gelmekteydi. Bütün bu baÅŸarısızlıkların neticesinde çözüm üretmekten uzak siyasi atmosfer, zihinlerdeki olumsuz siyaset ve siyasetçi algısını daha da pekiÅŸtirdi.

17 ARALIK VE DIÅž BAÄžLANTILARI

Ak Parti hükümetlerinin son 12 yılda Türkiye’ye kattığı en önemli artılardan birisi, toplum nezdinde Siyaset Kurumu’nun itibarının yükseltilmesi olmuÅŸtur. Siyaset kurumunun tüm paydaÅŸlarının sorunlara çözüm üretme noktasında en azından ortak bir irade ortaya koyabileceklerinin görülmesi, siyaset üzerinden sadece kendine alan devÅŸiren siyasetçi algısının da deÄŸiÅŸmesine yol açtı. Toplum, siyaset alanının Türkiye’de müesses nizamı devlet mefhumu üzerinden sürekli destekleyen “derin ve paralel” yapılara karşı kendileri için yegâne temsil alanı olduÄŸunun bilincinde. Dolayısıyla, hesap sorulabilen ve gerektiÄŸinde alaÅŸağı edilebilen bir temsil makamı sadece siyaset kurumuyla mümkün olabileceÄŸi için bu kurumun güçlenmesi ideolojik olarak farklı kesimlerin dahi tercih ettiÄŸi bir durum haline gelmiÅŸtir. Bugün Ak Parti iktidarının kendisine oy vermeyen insanlar tarafından dahi “Ehven-i Åžer” olarak görülmesi, esasında onun temsil ettiÄŸi itibarlı siyaset kurumuna verilen bir kredi olarak okunabilir.

Ak Parti iktidarı boyunca yine millet iradesi üzerindeki vesayet gölgesinin kaldırılması mücadelesi Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle sembolleÅŸti. Bu süreçte, yapılan anketlerde ve seçimlerde hükümete toplumun büyük bir kesiminden destek çıktığını biliyoruz. 367 krizi, 27 Nisan Muhtırası, Parti Kapatma süreci, Ergenekon ve Balyoz süreçlerinin hepsinden Ak Parti’nin saÄŸ salim çıkabilmesinin sebeplerinden biri süreçler boyunca Ak Parti seçmeni dışında da toplumun verdiÄŸi destek. Dolayısıyla bugün yaÅŸanan vesayet sürecinde de, söylemin Milli irade üzerinden kurulması geçmiÅŸte oluÅŸan toplumsal refleksin tekrar harekete geçmesine yönelik. Öte yandan, bu söylemin bu sefer daha güçlü seslendirilmesi ve 17 Aralık sürecinin “dış baÄŸlantılarının” da sıkça vurgulanması esasında Milli iradeye yapılan saldırının “yolsuzluk” algısı gibi altından kalkılması görece zor bir etiket aracılığıyla yürütülmesiyle doÄŸrudan iliÅŸkilidir. Yolsuzluk iddiası siyaseti dizayn etmeye yönelik olması sebebiyle Ak Parti üzerinden siyaset kurumunun itibarını, son tahlilde, zedeleyen bir mahiyet taşımakta. Bu iddianın devlet kurumlarında örgütlü ve kendi hiyerarÅŸisi ile çalışan bir yapı tarafından gündeme getirilmesi de siyaset kurumunu hedef alan bir durum oluÅŸturuyor.

Siyaseti dizayn etme çabalarının son yıllarda daha az alan bulduÄŸu düÅŸünülürken, 2013 yılında gezi ve dershane süreciyle beraber eski alışkanlıkların canlandığını gözlemledik. Dershane süreciyle baÅŸlayan vesayet giriÅŸiminde farklı olan ise siyasete daha önce medya, bürokratik vesayet ve iÅŸ dünyası eliyle yapılan balans ayarlarının bu sefer bu üç alanda da güçlü tek bir odak eliyle yapılmasıdır. 1990’lı yıllarda ve Ak Parti iktidarı boyunca, siyaset alanını daraltarak kendine manevra alanı açmaya çalışan ordu, yargı ve emniyet bürokrasisi, medya ve iÅŸ dünyası dörtgeninde menfaatler ayrı olsa da yöntem aynıydı. Ordu hariç bugünkü mücadelede, diÄŸer üç paydaÅŸ yine müdahil fakat bugün örgütlülük ve motivasyon açısından tek merkezden yönetilen bir vesayet giriÅŸimi söz konusu. Bu giriÅŸimin temellendirilmesi ise yolsuzluk üzerinden kurgulandı. 7 Åžubat 2012 yılında MÄ°T krizinde Hükümet’in alanına bir müdahale söz konusu olduÄŸundan, müdahale eden yapı hem kendi tabanı açısından hem de pozisyonunu toplumsal meÅŸruiyete dayandırmak noktasında sıkıntılar yaÅŸadı. Dershane tartışmalarında ise, Hükümet’in eÄŸitim hakkı gibi sivil bir alan müdahale ettiÄŸi algısı oluÅŸturularak meÅŸruiyet zemini arandı. Hatta, dershane tartışmaları sırasında 2004 yılı MGK belgeleri üzerinden Cemaate karşı bir önyargı var düÅŸüncesinin yayılmaya çalışılması esasında sonrasında gelecek daha büyük dizayn çabalarının bir girizgahı gibi görülebilir. Öte yandan, bugün yargı eliyle toplumda önceden oluÅŸturulmaya çalışılan algı üzerinden bir takım soruÅŸturmaların baÅŸlaması yine toplum zihninde yargı vesayeti kurma denemesi olarak yer ediyor. Bu sürecin bir cemaat tarafından yapılması tabi ki, daha derin analizleri hak eden soruları da gündemin yoÄŸunluÄŸu geçince mutlaka beraberinde getirecektir. Fakat öncelikle ÅŸunu söylemek lazım ki; Cumhuriyet Türkiye’sini kuran ve damgasını vuran Kemalist ideoloji Ä°ttihatçı gelenekten tevarüs eden devleti ele geçirme refleksini maalesef hastalıklı bir virüs gibi sadece bürokratik elitlere deÄŸil, toplumun deÄŸiÅŸik kesimlerine de sirayet ettirdi. Bugün aslında yaÅŸadığımız, sivil toplum alanında örgütlenen ve oradan neÅŸet ettiÄŸini iddia eden bir yapının kendi hedefleri doÄŸrultusunda bürokrasi aygıtını nasıl araçsallaÅŸtırdığıdır. Ä°ttihatçı gelenekten kalan hastalıklı miras ta iÅŸte budur. O da devleti ele geçirme ve yargı, emniyet bürokrasisi ile kendi gündemini empoze etme. Mesele böyle deÄŸilse, Suriye gibi hassas bir konuda üstelik Türkiye’nin Suriye’deki terör örgütleriyle baÄŸlantılı gösterilmeye çalışıldığı günlerde devletin tüm ilgili mercilerinin ortak bir politika çerçevesinde aldıkları kararı adeta dünyaya ifÅŸa eden, kendi istihbaratını yakalayan bir yapı baÅŸka türlü nasıl izah edilebilir. Maalesef sivil toplum alanında örgütlenen ve bu iddiayı taşıyan bir cemaatin, bürokrasiyi siyaset kurumunu aÅŸarak ve devletin imkânlarını kullanarak kendisine münhasır kılması söz konusu. Daha açıkçası, devlet aygıtı üzerinden kendi ideolojisini enjekte eden Kemalist rejimin, devlet eliyle hükmetme ve dönüÅŸtürme mantığının bir yol ve yöntem olarak benimsenmesi söz konusu. Esasında, bu yöntemin bizatihi kendisinin sorunun kaynağı olduÄŸunu idrak etmek lazım.

KEMALÄ°ZMÄ°N ÜRÜNÜ

Son 12 yılda demokrasi ve özgürlükler baÄŸlamında atılan adımların daha ileriye taşınabilmesi için, Kemalist rejimden tevarüs edilen devleti ele geçirme refleksinin ortadan kalkması gerekmektedir. Zira bu refleksi kim gösterirse göstersin milletin gözünde vesayetçi damgası yemekten kurtulamayacaktır. 1990’lı yıllarda dibe vuran ve Ak Parti iktidarı ile yeniden iade-i itibar yapılan Siyaset kurumunun algısının kirlenmesi ise, son yıllardaki demokrasi yolculuÄŸunun sekteye uÄŸraması anlamına gelecektir. Bu sebeple, 17 Aralık süreciyle baÅŸlayan aynı zamanda siyaset kurumunu hedef alan bu vesayet giriÅŸimini de yine siyaset’in itibarını koruyarak bertaraf etmek konusunda en büyük görev iktidar partisine düÅŸüyor.

[Star Açık GörüÅŸ, 02 Mart 2014]