Fransa’nın İtalya’daki büyükelçisini geri çağırmasıyla Paris ile Roma arasındaki gerginliğin yeni bir safhaya taşındığı görülüyor.
İtalya’da aşırı sağcı Lega Nord ile popülist Beş Yıldız hareketi arasında bazı bağımsız bakanların da dâhil edilmesiyle kurulan koalisyon hükûmetinin Avrupa Birliği karşıtı fikirlerinden dolayı diğer AB ülkeleriyle sorun yaşayacağı biliniyordu. Zira AB içerisindeki “Avrupacılar” birliğin kurucu ülkeleri arasında yer alan İtalya’da Avrupa Birliği karşıtı partilerin iktidara gelmesini istemiyorlardı ve bunu engellemek için ellerinden geleni yapmışlardı. Lega Nord ve Beş Yıldız koalisyonu kurulduktan sonra da Avrupa medyasında bu partilere karşı yayınlar devam etti.
İçişlerine müdahale ettiği gerekçesiyle Brüksel ve Berlin’e zaten tepkili olan İtalya hükûmeti, son dönemde Merkel’in Almanya’da güç kaybetmesiyle birlikte “Avrupacıların” lider figürü hâline gelen Macron’un mülteciler nedeniyle İtalya’ya yönelttiği suçlamalara çok öfkelenmiş görünüyor. İtalya’nın mültecileri taşıyan kurtarma gemilerine limanlarına yanaşma izni vermemesi üzerine Roma’daki hükûmeti sorumsuz davranmakla suçlayan Macron, İtalyan İçişleri Bakanı Salvini tarafından “kötü bir başkan” olarak tanımlanırken Başbakan Yardımcısı Di Maio mültecilerin Fransız sömürgeciliğinin bir sonucu olarak Avrupa kapılarına dayandığını söyleyerek Fransa’yı rahatsız eden açıklamalarda bulundu.
Di Maio’nun Macron’u iktidardan devirmeyi hedefleyen Sarı Yelekliler’in liderleriyle görüşmesi ise Fransa açısından bardağı taşıran son damla olarak görüldü ve Roma’daki Fransız büyükelçisi geri çağrıldı.
Brexit ile Birleşik Krallık’ın AB’yi terk etme aşamasında olduğu bir dönemde birliğin iki önemli üyesi arasında yaşanan bu kavga aslında çok ciddi bir soruna işaret ediyor. Avrupa’daki aşırı sağcı ve popülist hareketlerin iktidarı ele geçirmeleri durumunda ülkelerini nasıl AB çizgisinden uzaklaştırdığı İtalya örneğinde görülüyor.
Macaristan ve Polonya da aynı yolda ilerliyorlar.
Mayıs ayında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimleri AB karşıtı hareketlerin gücü ve etkisi açısından çok önemli bir test olacak. Bu hareketler 5 yıl önce yapılan AP seçimlerinde Birleşik Krallık ve Fransa’da en fazla oy almayı başarmışlardı.
Birleşik Krallık bu sonuçların ardından AB’den ayrılma sürecine girdi. Fransa ise son anda sahneye çıkarılan Macron ile birlikte direkten döndü.
Şimdi yapılacak AP seçimlerinde daha çok sayıda üye ülkede AB karşıtı partilerin birinci parti olarak çıkması birliğin sonunu getirebilir. Avrupacılar bunu hiç istemezken, AB yüzünden ülkelerinin bağımsızlığını tehlikede gören radikal hareketler uzun zamandır böyle bir gelişmeyi arzuluyor.
İtalya’da AB karşıtı partilerin iktidara gelebilmiş olmaları, bu ülke halkının Avrupa Birliği konusunda sahip olduğu olumsuz görüşü yansıtıyor. Halkın bu olumsuz kanaati İtalya’nın Birleşik Krallık gibi AB üyeliğinden ayrılma yolunu seçmesi sonucunu doğurur mu?
Bu sorunun cevabı kısmen, Fransa ve Almanya’nın Roma’daki AB karşıtı hükûmeti ne kadar tolere edeceği ve birlik içerisinde kalmaya ikna edip edemeyeceğiyle ilgilidir. Ancak İtalya’nın ekonomik açıdan yaşadığı sorunlar ve Brüksel’in desteğine muhtaç olması da bu ülkenin AB üyeliğinden ayrılmasını zorlaştıran bir faktör olarak duruyor.
Ancak bu konuda AB karşıtlarının oldukça akıllı hareket ettikleri görülüyor.
Birleşik Krallık’taki AB karşıtları ülkelerini AB’den çıkarmayı başardılar.
İtalya’daki AB karşıtları, kendileriyle Avrupacılar arasındaki kavgayı İtalya ile Fransa arasında kavgaya dönüştürmeyi başardılar. Yarın bunu İtalya ile Almanya arasındaki kavgaya da dönüştürüp, bir adım sonrasında, kavgalı olduğumuz Almanya ile Fransa tarafından domine edilen AB içerisinde ikinci sınıf üye olarak kalmaya neden devam edelim sorusunu bütün İtalyanların kafasına sokabilirler.
İtalya ile Fransa arasında yaşananlar, Almanya ve Fransa’da iktidarda olan Avrupacıların, AB’nin hangi ülkesinde çıkarsa çıksın, bütün AB karşıtı ve yabancı düşmanı hareketlerin izole edilip büyümesinin engellenmesini esas alan stratejilerinin başarısız olduğunu gösteriyor.
AB karşıtları ülkelerinde iktidara geliyorlar ve fikirlerini de iktidara taşıyorlar.
Avrupacılar buna karşı yeni bir mücadele yöntemi geliştiremezlerse AB’nin de sonu yaklaşıyor.
[Türkiye, 9 Şubat 2019].