Ortadoğu’da kalıcı barışın önündeki en büyük engel durumunda olan İsrail, yıllardır işgal altında tuttuğu Filistin topraklarında korumasız Filistinlilerin insani haklarını pervasızca hiçe sayıyor ve bunu yaparken uluslararası toplumdan hiç çekinmiyor. 1948’de dönemin Birleşmiş Milletler (BM) üyelerince kabul edilen 30 maddelik İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (UDHR) temel alındığında, İsrail’in Filistinlilere yönelik hemen her alanda hak ihlalleri gerçekleştirdiği görülüyor.
İhlaller silsilesi
Filistin topraklarında bir devlet kurma fikriyle dünyanın dört bir yanından bölgeye yapılan planlı Yahudi göçleri neticesinde Araplarla savaşan İsrail, 1948’de bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktı. 2020 verilerine göre, işgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria ile abluka altındaki Gazze Şeridi’nde yaklaşık 5,2 milyon Filistinli yaşarken, bölgeye sonradan gelen (göçmen) Yahudilerin sayısının 7 milyona yaklaşmış olması, uzun yıllar boyunca devam eden sistematik göç politikasının etkisini ve sonucunu ortaya koyuyor. Buna göre bölgedeki nüfus çoğunluğu artık Yahudi yerleşimcilerin eline geçmiş durumda. Bu durum, İsrail’in hak ihlalleri zincirinin ilk halkasını oluşturuyor.Bölgeye dışarıdan yapılan Yahudi göçlerinin yanı sıra Filistinlilerin bir şekilde bölgeden sürülmesi İsrail’in öteden beri öncelikli politikaları arasında yer aldı. Bu bağlamda Filistinliler gerek ülke içinde gerekse çevre ülkelere kitlesel göçe zorlandı ve zorlanmaya devam ediyor. Sadece 1948 Arap-İsrail Savaşından sonra yaklaşık 750 bin Filistinlinin ve 1967’de 500 binden fazla Filistinlinin yurtlarından edilmesi, İsrail’in bu alandaki hak ihlallerine somut birer örnek teşkil ediyor. Bunun yanında BM verilerine göre geçtiğimiz Ramazan ayında, İsrail saldırılarının başladığı 10 Mayıs 2021’den bugüne kadar en az 75 bin Filistinlinin yerlerinden edilmiş olması da güncel ve trajik bir örnek. Buradan hareketle İsrail’in, UDHR’nin özel yaşam ve konut haklarını düzenleyen 12. maddesini açıkça ihlal ettiği söylenebilir.
Bölgede Müslüman Filistinlilerin nüfusunun azaltılması amacıyla İsrail’in uyguladığı yöntemlerden bir diğeri, Filistinlilerin mülkiyet haklarının gasp edilmesi. Bu konuda İsrail’in en sık başvurduğu yöntemler arasında Filistinlilere konut alım-satımlarında zorluklar çıkarılması, Filistinlilerin miras haklarının gasp edilmesi ve evlerinin yıkılması yer alıyor. İsrail’in işgal altında tuttuğu topraklarda, sadece Nisan 2009’dan bu yana Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da Filistinlilere ait yaklaşık bin 600’den fazla evi yıkması, çarpıcı bir örnek olarak öne çıkıyor. [1] Evsiz kalan ve saldırılardan korkan Filistinliler ise göçe mecbur kalıyor ve bu durum bölgedeki demografik yapının her geçen gün Filistinlilerin aleyhine değişmesine neden oluyor. Burada UDHR’nin 17. maddesine göre herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu hatırlandığında, Filistinlilerin mülk sahibi olmalarını engelleyen İsrail bu maddeyi de hiçe sayıyor.
Bunların yanı sıra İsrail’in Müslümanlar için kutsal bir mekân olan Mescid-i Aksa’ya ve buradaki Müslümanlara yönelik provokatif faaliyetleri, ihlaller zincirinin bir başka halkasını oluşturuyor. Zira saldırıların, dini ehemmiyete sahip bir yere ve hatta ibadet halindeki cemaate yönelik olması, İsrail’in inanç ve ibadet konusundaki hoşgörüsüzlüğünü açıkça ortaya koyuyor. Saldırıların olmadığı zamanlarda ise İsrail, Mescid-i Aksa’ya keyfi şekilde “turist” alarak kasıtlı şekilde Müslümanların ibadetlerini engelliyor. Bu ve benzeri faaliyetlerle İsrail, UDHR’nin din ve ibadet özgürlüğüne dair 18. maddesini de hiç çekinmeden göz ardı ediyor.
Sonu gelmez insanlık dışı muameleler
İsrail’in Filistinlilere yönelik sonu gelmez insanlık dışı muameleleri de önemli bir insan hakkı ihlali olarak duruyor. Bu bağlamda İsrail’in en görünür insanlık dışı muamelesi, Filistinlilere yönelik yıllardır uyguladığı sistematik saldırı ve katliamlardır. 1948’deki Deir Yasin Katliamı ile 1982’deki Sabra ve Şatilla katliamlarında binlerce Filistinli hayatını kaybetmişti. Bu yılki Ramazan ayındaki saldırılarda 66’sı çocuk, 39’u kadın olmak üzere 254 kişinin hayatını kaybetmesi ve binlerce kişinin yaralanması, İsrail zulmüne somut örnekler olarak gösterilebilir.[2]Herhangi bir suçlama olmaksızın Filistinlilerin hapishanelerde tutulması, İsrail’in Filistinlilere yönelik bir başka insanlık dışı muamelesi. Bu tutuklamalarda Filistinliler, çoğu zaman somut bir suç isnat edilmeksizin altı aya kadar cezaevlerinde tutulabiliyor ve İsrail’in güvenliğine tehdit olarak görülmeleri durumunda bu süre uzatılabiliyor. Addameer Mahkum Destek ve İnsan Hakları Derneği’nin 4 Haziran 2021 tarihli verilerine göre, halihazırda 250’si çocuk olmak üzere 5 bin 300 Filistinli cezaevinde.[3] Ayrıca tutuklu olan bu kişilerin, kendilerini savunmaları için gerekli olan güvencelerinin sağlanmadığını belirtmek gerek. Dolayısıyla İsrail’in, hiç kimsenin keyfi tutuklanamayacağını ve suç isnat edilmeksizin cezaevine konulamayacağını düzenleyen UDHR’nin 9, 10 ve 11. maddelerini açıkça hiçe saydığı görülüyor.
İsrail’in Filistinlilere yönelik insanlık dışı üçüncü muamelesi ise işkenceler. İsrail 1987-1999 arası dönemde işkenceyi yasal olarak uygulayan bir devlet olarak tarihe geçmiştir. 1967’den kayda geçen, 67’si tıbbi ihmal, 75’i kasten öldürme, 7’si hapishanede doğrudan ateş açma ve 73’ü işkenceden olmak üzere toplam 222 Filistinli hayatını kaybetti.[4] Mevcut hukuki düzenlemelere göre İsrail’de işkence yasa dışı bir uygulama olsa da Filistin İnsan Hakları Kuruluşlarına göre Filistinlilere yönelik işkenceler hala devam ediyor. Dolayısıyla İsrail yönetiminin ihlal ve ihmalleri, UDHR’nin işkenceyi yasaklayan 5. maddesini de yok sayıyor.
İsrail’in uyguladığı insanlık dışı muamelelerin dördüncüsü, sık sık yapılan ev baskınları. 2018 verilerine göre, Filistinli gençlerin oturduğu evlerin yüzde 85’ine baskın yapıldığı ve baskınların yarıya yakınında şiddet uygulandığı görülüyor.[5] Uygulanan şiddet sonrasında gençlerin psikolojik travma yaşaması ve baskınlarda aşırı gaz kullanımı sonucunda Filistinlilerin hayatlarını kaybetmesi, insan hakları ihlallerinin bir başka trajik boyutunu oluşturuyor. Ayrıca İsrail’in Filistinlilere saldırdığı dönemlerde, çocukların ve gençlerin eğitime erişimlerinin kısıtlanması da bir başka insan hakları ihlali. Sadece ikinci intifadayı takip eden dört yıl içerisinde Filistinlilere ait bin 125 okulun kapatılması ve eğitim altyapısının bu dönemde çökmesi, bölgedeki Filistinli öğrencilerin maruz kaldıkları trajediyi anlatmak için yeterli. [6] Günümüzde de farklı boyutlarıyla devam eden bu durum özelinde değerlendirme yapıldığında, İsrail’in UDHR’nin 26. maddesini oluşturan eğitim hakkını da ihlal ettiği görülüyor.
Sonuç olarak İsrail, kurulduğu günden bugüne, dünyanın gözü önünde Filistinlilerin insan haklarını hiç çekinmeden ihlal ediyor. Bu hak ihlallerine karşı durması gereken büyük güçlerin İsrail’e desteği ve uluslararası toplumun İsrail üzerinde baskı kurabilecek iradeden yoksun olması, ne yazık ki bu hak ihlallerinin devam etmesine neden oluyor.
[AA, 6 Temmuz 2021].