SETA > Yorum |
İsrail-Hizbullah Gerilimi ve Kırılganlaşan Fay Hatları

İsrail-Hizbullah Gerilimi ve Kırılganlaşan Fay Hatları

Gazze'deki soykırımın bilançosu, işgal devletinin yeni katliamları ile günden güne artarken Lübnan-İsrail sınırında tırmanan gerilim ise Orta Doğu'daki tüm fay hatlarını tetiklemeye devam etmektedir. Aksa Tufanı'nın başladığı 7 Ekim'in ertesi gününden bugüne değin Hizbullah'ın işgal devletine karşı yürüttüğü düşük yoğunluklu mücadele, son haftalarda ciddi bir ivme kazanırken Tel Aviv yönetiminin Lübnan sınırına yönlendirdiği yeni birlikler ve yapılan hazırlıklar da iki aktör arasında patlak verecek çetin bir savaşın sinyallerini vermektedir. Taraflar arasında Temmuz 2006'daki savaşın ardından belirlenen angajman kuralları çerçevesinde yürüyen saldırıların birden bire hızlanması ve karşılıklı tehdit ve meydan okumaların artması, bölgenin siyasal iklimini ciddi şekilde sarsma potansiyeline sahip bir gelişmenin yaklaştığının habercisi niteliğindedir.

Gazze'deki soykırımın bilançosu, işgal devletinin yeni katliamları ile günden güne artarken Lübnan-İsrail sınırında tırmanan gerilim ise Orta Doğu'daki tüm fay hatlarını tetiklemeye devam etmektedir. Aksa Tufanı'nın başladığı 7 Ekim'in ertesi gününden bugüne değin Hizbullah'ın işgal devletine karşı yürüttüğü düşük yoğunluklu mücadele, son haftalarda ciddi bir ivme kazanırken Tel Aviv yönetiminin Lübnan sınırına yönlendirdiği yeni birlikler ve yapılan hazırlıklar da iki aktör arasında patlak verecek çetin bir savaşın sinyallerini vermektedir. Taraflar arasında Temmuz 2006'daki savaşın ardından belirlenen angajman kuralları çerçevesinde yürüyen saldırıların birden bire hızlanması ve karşılıklı tehdit ve meydan okumaların artması, bölgenin siyasal iklimini ciddi şekilde sarsma potansiyeline sahip bir gelişmenin yaklaştığının habercisi niteliğindedir.

Kassam Tugayları'nın Gazze'ye ve Filistin direnişine dair tüm ezberleri alt üst eden operasyonu başlatmasının ardından işgal devleti, kendi tarihinin en büyük travması ile yüzleşti. Netanyahu ve hükümetinin ciddi bir meşruiyet sorunuyla karşı karşıya kaldığı bu süreçte, işgal devleti Gazze'de içine girdiği döngüden kurtulmak için yeni yollar aramaya başladı. Gazze'deki stratejik mağlubiyetin üzerini örtmek ve uluslararası arenada kaybettiği desteği tekrar bulabilmek için farklı bir saldırganlıkla imaj tazelemek isteyen Netanyahu, Hizbullah ve dolaylı olarak da İran kartını masaya sürerek oyunu radikal bir hamleyle devam ettirmeye çalışmaktadır. Aksa Tufanı'nın ardından dokuz ay geride kalırken Tel Aviv yönetiminin hiçbir hedefine ulaşamaması ve buna mukabil Hizbullah'ın bölge halkları nezdinde yeni bir yer edinebilmek için İsrail'e karşı saldırıları etkin bir koz olarak kullanması, çalmakta olan savaş çanlarının başlıca sebebidir.

Tüm bölgenin ve önde gelen küresel aktörlerin gözünün Gazze'de, kulağının ise Lübnan-İsrail sınır hattında olduğu dikkate alındığında yükselen gerilimin sonuçlarının sadece İsrail, Filistin ve Lübnan'da hissedilmeyeceği ve bölgenin tüm siyasi, ekonomik ve toplumsal dengesini sarsacağı açık bir şekilde görülmektedir. Hamas'ı bitirip Gazze'yi ilhak etmek için uzun yıllardır türlü stratejileri hayata geçiren işgal devleti, ikincil derece düşmanı Hizbullah ile bir denge stratejisi kurmuş ve savaşılan cephe sayısını artırma fikrinden mümkün mertebe uzak durmuştu. Lakin Gazze'deki esirleri kurtarma girişimlerinin çoğunlukla boşa çıkması ve işgal ordusunun tahminlerin çok ötesinde zayiat vermesi, koltuğu uzun zamandır sallantı halinde bulunan Netanyahu'yu daha derin bir krizin içine sürükledi. Ülkenin siyasal atmosferindeki değişim ve muhalefetin güçlü eleştirileri, İsrail siyasetinin daha kırılgan bir hale dönüştürürken Siyonist yönetimin radikal unsurları da yegâne çözüm yolu olarak gördükleri savaşı genişletme ve tüm bölgeyi bir ateş çemberi içinde bırakma stratejisini uygulamaya koyuldular.

Gazze'de ateşkese dair müzakerelerden herhangi bir sonucun çıkmadığı vasatta, Hizbullah'ın işgal devletinin kontrol ettiği topraklara düzenlediği saldırılar şüphesiz Genel Sekreter Hasan Nasrallah ve örgütüne Orta Doğu'da yeni bir hareket alanı kazandıracaktır. 2006 yılındaki başarının ardından "Direniş Ekseni" söyleminin güçlenmesine ciddi katkı sunan Nasrallah, İslam dünyasında gözle görülür bir destek toplamıştı. Bu süreci iyi yöneten Hizbullah, Lübnan'daki varlığını daha da pekiştirdiği gibi aynı zamanda Sünni dünyada oluşan duygusal atmosfer nedeniyle önemli bir meşruiyet alanı da elde etti. 2011'de Suriye'de rejim karşıtı gösterilerin başlamasıyla doğrudan Şam yönetiminin yanında yer alan ve rejimin varlığını devam ettirmesi için her türlü desteği sağlayan Hizbullah, bu süreçte gerçekleştirdiği katliamlarda 2006 sonrası oluşan olumlu havayı yerle bir etti. Daha öncesinde romantik saiklerle Hizbullah'a yönelik oluşan muhabbetin yerini daha güçlü ve derin bir nefret aldı. Bu durum Nasrallah ve yapısının Arap dünyasındaki etkisini azalttığı gibi aynı zamanda İran'ın vekili olarak hareket etmesinden mütevellit meşruiyetini tamamen yitirmesine yol açtı. Bu nedenle 7 Ekim sonrası başlayan düşük yoğunluklu saldırılardan Siyonist yönetime ve unsurlarına somut zarar veren güçlü saldırı stratejisine geçilmesi, Hizbullah'ın 2006 sonrası statükoya tekrar dönerek Arap ve Sünni dünyadaki imajını düzeltmesi için de çok önemli bir fırsat kapısı araladı.

Savaşın Etkisi ve Muhtemel Sonuçları

İsrail'in Gazze'deki yaşananlar nedeniyle maruz kaldığı psikolojik, ekonomik ve toplumsal çöküş yanında uluslararası siyasette kaybettiği mevzi, Netanyahu ve hükümetini ontolojik ve güçlü bir düşmanı savaşa çekerek süreçte avantajlı bir pozisyon elde etme noktasına getirmiştir. Nisan ayında İran ile yaşanan gerilimin arkasında yatan temel saik, İsrail'in Tahran yönetimini savaşa zorlayarak Batı dünyasında yükselen İsrail karşıtlığını dizginleyip sadece siyasi açıdan değil, ekonomik ve lojistik bağlamda hızlı yardımların yapılmasının da önünü açmaktı. İran'ın doğrudan savaşa girmesinin maliyetinin ağır olacağının anlaşılmasının ardından tekrar Hizbullah'a yönelen Tel Aviv yönetimi, bu vesileyle hem agresif genişleme siyasetinde yeni bir toprak parçasını egemenlik alanına dahil etmek hem de İran'ın dolaylı olarak savaşa girmesi için koşulları oluşturup ABD'nin sahada İsrail'in savaştığı güçlere karşı aktif rol üstlenmesi için bir nevi baskı mekanizması meydana getirdi. Netanyahu ve ekibinin tek kurtuluş yolu olarak gördüğü Hizbullah ile savaş, Gazze'deki stratejik mağlubiyetin ardından işgal devleti için hayati önemi haiz bir gündem maddesine dönüşmüştür.

Her iki tarafın da haftalarda hazırlıklarını hızlandırdığı, gerçekleştirdiği saldırılarla kayda değer zayiatlar verdiği herkesin malumudur. Savaşın ayak seslerinin iyiden iyiye hissedildiği bir ortamda bu krizin sadece Hizbullah ve İsrail'in meselesi olmayacağı aşikardır. İşgal ordusunun yetkililerinin iki cephede birden savaşacak enerjilerinin bulunmadığına dair tespitleri, İsrail muhalif siyasetçilerin Hizbullah ile girilecek bir savaşın çöküşü derinleştireceği eleştirileri meselenin ciddiyetini ortaya koymaktadır. Gazze'de aylardır devam eden savaşın süresi ve verilen kayıplardan ötürü işgal ordusunda oluşan yorgunluk ve askerlerde görülen psikolojik sorunlar, Hizbullah ile girilecek bir savaşta Siyonist yönetimin iç siyasette de yeni meydan okumalarla yüzleşmesini beraberinde getirecektir. Ayrıca Hizbullah'ın elindeki silahların kapasitesinin Kassam Tugayları'nınkinden çok daha tesirli olduğu dikkate alındığında, savaşın başlamasıyla İsrail tarafında Gazze'ye nazaran daha ağır bir tahribatın oluşacağı öngörülmektedir. Bu handikabı ortadan kaldırmak için büyük ihtimalle işgal devleti Gazze'dekine benzer bir saldırganlık örneği sergileyerek Lübnan'ın direncini kırıp Hizbullah'ı etkisiz hale getirmeye çalışacaktır. Tam da bu noktada bölgesel ve küresel aktörlerin rolü büyün önem kazanacaktır.

Orta Doğu'daki en güçlü uzantısı Hizbullah'ı bitirmeye yönelik bir operasyonda Tahran'ın nasıl bir pozisyon alacağı hala belirsizliğini korumaktadır. Ülke siyasetinin cumhurbaşkanlığı seçimine odaklandığı bir dönemde yeni seçilen cumhurbaşkanının İsrail'e savaş ilan ederek Batı dünyasını karşısına alıp almayacağını elbette zaman gösterecektir. Bunun yanında Hizbullah'a destek vermek suretiyle Irak, Suriye ve Yemen'den işgal devletinin kontrol ettiği topraklara düzenlenecek saldırılara karşı hem Tel Aviv ve Beyaz Saray'ın hem de özellikle Bağdat ve Şam yönetimlerinin nasıl bir tutum takınacağı da dikkatli bir şekilde incelenmesi gerek bir husustur. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi ve Irak ve Suriye hattından yoğun saldırıların gelmesi ya savaşın buralara da sıçraması ya da Bağdat ve Şam yönetiminin ülkesinden İsrail'e saldırılara izin vermeyerek bir taraftan Hizbullah'ı diğer bir taraftan da ülkelerindeki İran vekillerini zayıflatma stratejisine dönebilecektir.

Hizbullah öncülüğündeki Şii blokun Gazze'ye destek söylemi kapsamında işgal devletiyle girişeceği büyük bir savaşın Sünni aktörler tarafından nasıl algılanacağı da bir başka önemli sorudur. Kudüs'ü ele geçirmeyi teo-politik bir zorunluluk olarak gören Şii siyasallığının İsrail'e karşı olası bir zafer kazanması halinde Filistin topraklarındaki etkisini artırma ihtimali, Sünni dünyada yeni bir travmaya yol açacağı için böyle bir durumda özellikle Arap liderlerinden yeni hamlelerin gelmesi ihtimal dahilindedir. ABD'nin başını çektiği Batı dünyasının da savaşta ne kadar aktif bir rol üstleneceği de yine savaşın seyrini ve süresini etkileyecek maddelerin başında gelmektedir.

Mevcut durum itibarıyla hem Tel Aviv yönetimi hem de Hizbullah, kaybettikleri meşruiyeti kazanmak ve imaj tazelemek için bu savaşa ihtiyaç duymakta ve bölgenin fay hatlarını derinden sarsarak yeni bir statükonun oluşmasına imkân tanıyacak oldukça riskli bir oyuna girişmektedirler. ABD ve İran'daki seçim süreçleri savaş halindeki aktörlere ne düzeyde destek verileceğini doğrudan etkileyecek bir faktördür. İsrail'in bir zafer elde etmesi halinde Hizbullah'ın gücü kırılacağından bu durum Lübnan siyasetinin kodlarını değiştireceği gibi Orta Doğu'da da Şii genişlemesine ciddi darbe vuracak bir yere evirilecektir. Bu durumun yaşanması halinde göz ardı edilmemesi gereken diğer önemli bir mesele ise Siyonist yönetiminin yayılma stratejisinde bir engeli daha ortadan kaldırıp bölgedeki gücünü konsolide etmesini sağlayacaktır. Hizbullah'ın savaştan galip çıktığı bir senaryoda ise bu Şii siyasallığının 2011 Suriye Krizi sonrası yavaşlayan ivmesini tekrar hızlandıracak ve özellikle Sünni Arap liderler kendi toplumlarında yeni sorgulamalarla yüzleşmek zorunda kalacaklardır. Tüm bu denklem içinde tek başına İsrail'in ya da İran destekli Hizbullah'ın zafer elde etmesinin muhtemel riskleri göz önünde bulundurulduğunda Arap liderlerinin savaşta aktif rol üstelenip İsrail'i bir daha Gazze'deki gibi saldırganlığa tevessül etmeyecek bir noktaya getirtmeleri ve Hizbullah'ın Arap kimliğine daha güçlü atıflar yaparak İran nüfuz alanından kurtarmaya çalışmaları gelecek yıllara daha umutlu bakabilmenin yolunu açacaktır. Aksi takdirde İsrail-Hizbullah arasında başlayacak gerçek bir savaşın kıracağı fay hatları, uzun zaman sonra bile bölgenin siyasetini şekillendiren bir bagaj olarak karşımızda duracaktır.

[Sabah, 6 Temmuz 2024]