SETA > Yorum |
İsrail Gazze'de Kontrol Edebileceği Bir İdare İstiyor

İsrail Gazze'de Kontrol Edebileceği Bir İdare İstiyor

Ajans Dergi'ye konuşan SETA Dış Politika Direktörü Ufuk Ulutaş, İsrail'in Gazze'yi de Batı Şeria gibi kontrol edilebilir bir toprak parçasına çevirmek ve bunu izolasyonla, ablukayla bir nevi Gazze halkına diz çöktürerek yapmak istediğini belirtti.

İsrail 1948’den bu yana orantısız olarak Filistin’e saldırıyor ve bu saldırılar da neredeyse her sene düzenli olarak en az bir kez yaşanıyor. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, bu mücadele nereye kadar sürecek?

İsrail işgalinden sonra Filistin’de bir taraf Gazze, bir taraf Batı Şeria’dan oluştu. Batı Şeria Oslo Barış Süreci’nden sonra kontrol edilebilir bir yapıya dönüştü, güvenlik düzenlemeleri yapıldı. Filistin otoritesi üzerine İsrail’in aslında Batı Şeria’ya direkt olmasa da belli bölgelerine direkt ama diğer bölgelerine Filistin otoritesi üzerinden hâkimiyeti ilan edildi. Fakat Gazze bir örnek teşkil ediyordu. İsrail’in 2005’te Gazze’den çekilmesinin ardından 2005 öncesi dönemde içinde İsraillilerin olması sebebiyle onların güvenliğini sağlamak için birçok yatırım yapıyordu. 100 yerleşimciyi korumak için 100 güvenlik koyuyordu. Bundan kurtulmak için 2005’te çekildi. Fakat 2005’te çekilmesini İsrail bir barış adımı olarak lanse etti. İsrail’in planı, Gazze’yi Batı Şeria gibi kontrol edilebilir bir toprak parçasına çevirmekti. Oslo’daki gibi bir anlaşma olarak değil, izolasyonla, ablukayla bir nevi Gazze halkına diz çöktürerek bunu yapmayı tercih etti.

Hamas’ın iktidara gelmesi İsrail’in işine mi yaradı?

2006’da Gazzelilerin Hamas’ı seçmesi İsrail’in eline kendince koz verdi. İsrail bunu bugüne kadar düzenli olarak kullandı. Kısaca şunu söylemeye çalışıyorum; amaç, Gazze’yi de Batı Şeria gibi diz çöken, İsrail’in şartları üzerinden anlaşmayı kabul eden bir yapıya dönüştürmek. Bunun için önce halkın Hamas’a olan öfkesini artırmaya çalıştı. İkinci olarak Gazze’yi ekonomik olarak, iktisadi olarak çökertmeyi planladı. Bunun yine halk nezdinde bir karşılık bulacağını, o halkın Hamas’a karşı harekete geçeceğini düşündü. Bu da olmadı, sonra saldırdı, şu anki kullandığı söylem gibi “Bakın Hamas sizi canlı kalkan olarak kullanıyor” diyerek yine yalanlarıyla kışkırtmaya çalıştı. Ama her Gazze saldırısında bu ters tepti ve Filistin halkı özellikle de Gazze’deki halk birleşti ve İsrail’e karşı birlikte mücadele etti. İsrail’in Gazze’den çekilmesi sonrasındaki süreçte İsrail’in askeri bürokrasisi Hamas’ın ve diğer silahlı grupların askerî kapasitesinin sınırlandırılması için operasyon çağrısında bulunuyor. Ve ara ara İsrail operasyonlar yaparak Hamas’ın askerî gücüne zarar vermeye çalışıyor ki, kendisi için güvenlik boşluğun ortadan kaldırsın fakat dediğim gibi bunu ne siyaseten yapabiliyor ne de askeri olarak yapabiliyor. Hep böyle saat geri sarıyor ve krizden önce başladığımız noktaya birçok can kaybıyla birlikte tekrar dönüyoruz.

Dünya halkları Gazze’de yaşanan trajediyi protesto ediyorlar. İsrail’e ciddi şekilde tepki gösteriyorlar. Fakat bu dünya ülkelerinin liderleri maalesef aynı tepkiyi ortaya koymuyorlar. İsrail’e niçin ses çıkaramıyorlar?

Birincisi İsrail ile Batı dünyası benzer bir kültürel havuzdan geliyorlar. Batı dünyası Filistin’e oranla İsrail’i kendisine daha yakın görüyor, öyle kabul ediyor. ABD halkı İsrail’i kendinden biliyor, Filistinliyi öteki olarak kabul ediyor. Bu konuda yapılan anketler de var. ABD halkının kendine en yakın hissettiği din Yahudilik, en uzak hissettiği din İslam. Bütün bunlara 11 Eylül sonrası yaşananları da ekleyin. İsrail ile ABD halkı ve Batı dünyasının halkları arasındaki bu kültürel yakınlık İsrail’e yönelik bir desteğe sebep oluyor. Şunu söylemek daha doğru olur. Bu söylediğim özellikle ABD için geçerli. Avrupa’da da Filistin davasına destek veren önemli bir kesim de var. ABD ikinci olarak İsrail’i kendisine stratejik bir ortak olarak görüyor. Güçlü ordusu olan bugüne kadar 3-4 büyük savaşta Arapları dize getirmiş, üstün askeri teknolojiye sahip, bölgede askeri ittifak yapabileceği müttefiklerden birisi olarak görüyor. Bu konuda da aslında Amerika’da ciddi bir muhalefet var. Özellikle Amerikan askeri bunun böyle olmadığını yani İsrail’in ABD’ye bir güvenlik sağlamadığını aksine İsrail’e verilen bu kör desteğin güvenlik boşluğuna sebep olduğunu söylediler. Ama buna rağmen İsrail’e askerî yardımlar vs. devam ediyor.

Neden?

Lobilerin Amerikan Kongresi ve Senatosu’ndaki ağırlığı direkt olarak ABD hükûmeti üzerinde baskı oluşturuyor. Akademi’de de bariz bir şekilde orantısız güce sahipler. Medya örneğini de gördük bu süreçte; New York Times’ın yayın politikasını gördük, aşırı sağcı İsrail basının aratmayacak şekilde yayın yaptılar. Bir diğeri de ekonomi yani iktisadi dünyadaki güçleri. Bütün bunlar birleşince ABD özellikle İsrail’e karşı yaptırımı olan, İsrail’i karşısına alacak adımlar atmaktan kaçınıyor. Zira bunun direkt karşılığı oluyor, ya işiniz sonlandırılıyor ya Kongrede geçirmeye çalıştığınız tasarıları geçiremiyorsunuz. Ya seçim kampanyanıza bağışlar iptal ediliyor, ya bir sonraki seçimde sizin karşınızda yarışacak adaya muazzam bir destek veriliyor. Böylece seçimi kaybetmenize sebep oluyorlar. Boykot kampanyaları oluyor, davalar açılıyor, kitabınız basılmıyor. Bakın The University of Chicago ve Harvard University’nin iki prestijli hocasının İsrail Lobisi adlı kitabı ABD’de hiçbir yayınevi tarafından basılamadı. Bunların ikisi de uluslararası akademik camianın çok iyi bildiği iki teorisyen olmalarına rağmen!

O halde İsrail’in dünyayı yönettiği iddiası bir komplo teorisi değil...

Dünyayı yönetmek farklı bir şey. Dünyadaki lobiler içinde en üst sıralarda hatta belki de ilk sırada İsrail lobisi var. Fakat dünyayı yönetmek daha büyük bir ifade. İktisadi dünyada basında çok güçlüler seslerini çok çıkarıyorlar. Amaçlarına ulaşmak için hiçbir değerleri yok, ahlâkî bir durma noktaları yok. Tüm bunlar onları bu adaletsiz dünyada güçlü yapıyor. Ama şunu da demek lazım, bütün bu güçlerine rağmen senelerdir uğraşmalarına, ablukaya almalarına rağmen, öldürmelerine rağmen, suikast düzenlemelerine rağmen, küçücük bir kara parçası Ankara’nın Sincan’ı gibi bir kara parçasında bir Hamas denen hareketi güçlendirdiler ve yumuşatamadılar. Şu ana kadarki kayıpları eğer bu tempoda devam ederlerse, yani her gün 5-10 asker kaybetmeye devam ederlerse, bugüne kadar ateşkes için kendi kafalarında kurdukları şartların pek çoğundan taviz vermek zorunda kalacaklar.

El Fetih ile Hamas arasında ciddi bir polemik, bir mücadele var. Bu mücadele Filistin davasına, Filistin’deki mücadeleye nasıl yansıyor?

Filistinli grupların bir birlik halinde İsrail’le pazarlık masasına oturamaması Filistin tarafını zayıflatan en önemli faktörlerden biri. Bu iki Filistinli grubun bir araya gelememesini birlik olamamasını aşan bir durum. İsrail’in de dikkatle takip ettiği bir politika. İki grup arasındaki ayrımları verimlileştirip, düşmanlıkları derinleştirip, kendini Oslo Barış Süreci ile tanımış. Bugüne kadar ki Filistin dokümanları çıkmıştı. Örneğin; İsrail’in Filistin otoritesiyle yaptığı müzakerelerin konuşma metinleri sızdırılmıştı. Orada da çok bariz bir şekilde gördük, Filistin otoritesi aslında İsrail’e karşı direnişi bırakmış. “Bir direnişle İsrail’e karşı bir şey kazanamayız” demiş ve müzakereye oldukça açık. Mahmud Abbas da zaten şimdiye kadar gelen Filistin Kurtuluş Örgütü içerisinde İsrail ile müzakerelere sıcak bakan lider. Filistin otoritesini ön plana çıkarıp onlarla işbirliği yapmak ve bunun Filistinli gruplar arasında problem oluşturmasını sağlamak İsrail’in bugüne kadar yaptığı açık bir strateji. ABD benzer bir şey yapıyor, İsrail’in pozisyonunu devam ettirerek Hamas’la dolaylı kanallar aracılığıyla görüşse de, bir türlü masada Hamas’ı kabul etmiyor. Bu da doğal olarak Filistinli tarafın müzakeredeki elini zayıflatıyor. Bu siyasi ayrılık bir yana şunu hatırlayalım, 2006’daki seçimlerden sonra 2007’de Filistin otoritesi özellikle ABD’nin İsrail’in de motivasyon vermesiyle, desteklemesiyle Gazze’de bir darbe girişiminde bulundu. Muhammed Dahlan şu an Sisi’nin Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan üzerinden bölgede statükocu kilit adamı durumundaki, Muhammed Dahlan Gazze’de Hamas’a karşı bir darbe girişiminde bulundu. Başarısızlığa uğradı kaçmak zorunda kaldı. Bu darbe girişimini “Hamas Gazze’yi kanlı bir şeklide ele geçirdi” diye lanse ettiler, oysa bir darbe girişimi yaşandı ve bu başarısızlığa uğradı. Filistinli taraflar bir araya gelemediği için bu da Filistin tarafını zayıf, İsrail tarafını güçlü gösteriyor.

Peki Türkiye... Türkiye’nin Filistin politikası ile ilgili Gazze’de yaşanan katliama verdiği tepkiler yeterli mi? Türkiye’nin tepkileri dünyada Filistin’le ilgili bazı mekanizmaları harekete geçirdi mi?

Türkiye’nin Tunus’taki Mısır’daki Suriye’deki tepkisi neyse buradaki de o. Meşru değişim talepleriyle ortaya çıkan hareketlere tepkisi neyse Filistin’e tepkisi de o. Türkiye’de bir istikrardan, bir tutarlılıktan bahsetmemiz mümkün. Filistinliler Arap Baharı çerçevesinde sokağa çıkan insanlardan çok farklı taleplerle ortaya çıkmıyorlar. Sorunumuz 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan, ardından Soğuk Savaş yıllarında netleşmeye başlayan ve sonrasında netleşen bölgesel sistemin artık bölgeyi ifade edememesi, bölgede bir huzura istikrara sebep olamaması. Filistinliler de şu an o bölgesel sisteme başkaldırıyorlar. Tunus Devrimi, Mısır’daki 25 Ocak Devrimi de ona başkaldırıyordu. Türkiye de bu hareketlerin hepsine kendisi de değişimden geçmiş bir devlet olduğu için destek veriyordu. Şunu görmek lazım; Filistinli taraflar gözünde bir manivela kuvvetine sahip Türkiye. Onlarla konuşabilen, onları belli konularda razı etme gücü olan bir ülke. Hamas’a belki daha fazla ama Fetih otoritesine de bir nüfuzu söz konusu. “Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri iyi olsaydı böyle olmazdı” deniyor ya ama hiçbir dönem İsrail’e bir yaptırım gücü olmamış zaten Türkiye’nin. Bunu yapabilecek tek ülke var dünyada, o da ABD. Tabii o da yapmıyor, yapmak istemiyor. Bu sebepten Türkiye şu an sahip olduğu manivela kuvvetini ateşkesin bir an önce sağlanması için kullanmaya çalışıyor. Ama şunu da biliyor. Ateşkes İsrail’in şu zamana kadar dayatmaya çalıştığı gibi Hamas’ın, Gazzeli grupların silahsızlandırılmasına sebep olacak, asıl amaç bu. Böyle bir ateşkesin Gazze’deki akan kanı durdurmayacağını aksine kısa vadede daha büyük çatışmalara, daha çok kan dökülmesine sebep olacağını bildiğinden Filistin’de sürdürülebilir bir ateşkes ve barış için çaba gösteriyor ve bunun en kilit noktası da gayrı insanı gayrı hukukî ablukanın sona erdirilmesidir. Abluka sona erdirilmeden ortaya konacak ateşkesin kesinlikle sürdürülebilirliği yok. Bunu çok iyi bilen Türkiye bu şartları öne sürüp tarafların sürdürülebilir koşullar altında bir arada konuşması ve ateşkesi uzun vadede sürdürecek müzakerelerin başlamasını istiyor.

[Söyleşi: İbrahim Baran, Ajans Dergi, Ağustos 2014, Sayı: 08]