Asıl sorun, alınan kararların nasıl ve nereye kadar uygulanacağı. İKT üyesi ülkelerin zirvede alınan kararları uygulamasının önünde pek çok sorun bulunuyor. İslam ülkeleri küresel gelişmelerin merkezinde oldukları halde bu süreçte belirleyici bir rol oynamaktan uzaklar. Oysa bölgesel işbirliği programları, küreselleşmenin bölge üzerindeki menfi etkilerinin kontrol altına alınmasına önemli bir katkıda bulunabilir... İslam Konferansı Teşkilatı’nın Üçüncü Olağanüstü Zirvesi, 7-8 Aralık tarihleri arasında Mekke’de yapıldı. Geçtiğimiz yıl hac sırasında Suudi Arabistan Kralı Abdullah ibn Abdulaziz’in daveti üzerine toplanan zirvede, İslam dünyası için yeni bir vizyon çağrısı yapıldı. Devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı zirvede, İslam dünyasının öncelikli sorunlarını ele alan Mekke Bildirgesi kabul edildi. Bunun için İKT’nin yeni bir yapıya kavuşturulmasını öngören 10 Yıllık Eylem Planı da onaylandı. Zirveye ev sahipliği yapan Suudi Arabistan Kralı Abdullah, açılış konuşmasında İslam dünyasının birlik ve dayanışmaya ihtiyaç duyduğunu ve tekfir ve terörizm gibi aşırı akımlara karşı mücadele edilmesi gerektiğini söyledi. Bunlar, aynı zamanda zirvenin ana gündem maddelerini oluşturuyor. Zirvede Türkiye’yi Meclis Başkanı Bülent Arınç ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül temsil etti.
Üye ülkeler arasındaki sorunlar 57 İslam ülkesinin üye olduğu İKT, BM’den sonra dünyanın en büyük uluslararası kuruluşu. 1969’da kurulan teşkilat, pek çok yapısal ve finansal sorunlar nedeniyle yaptırım gücüne sahip etkin ve saygın bir kuruluş haline gelemedi. İKT, daimi gündem konusu olan Filistin sorununa barışçıl ve adil bir çözüm bulunması konusunda somut bir başarıya imza atamadı. İslam ülkelerindeki fakirlik, eğitimsizlik, salgın hastalıklara karşı mücadele, yolsuzluk, insan hakları ihlalleri ve etnik ve mezhebi çatışmaların çözümüne de katkıda bulunabilmiş değil. Zirvenin amacı, İslam dünyasının acil sorunlarına eğilmek olduğu kadar İslam Konferansı Teşkilatı’nın yeniden yapılandırılması planını tartışmaktı.
Zirvenin açılış toplantısında bir konuşma yapan İKT Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, bu sorunların üzerine cesaretle ve samimiyetle gidilmesi gerektiğini söyledi. Prof. İhsanoğlu’na göre İslam ülkeleri arasındaki dayanışmanın arttırılması, aşırı akımlarla ve terörizmle mücadele ve itidalli yaklaşımların geliştirilmesi, İslam dünyasının ve İKT’nin yeni gündem maddelerinin başında geliyor. Göreve geldiği 2005 yılının başından bu yana bu konularda çalışma yapan Prof. İhsanoğlu, bu acil sorunlara somut çözümler üretemeyen bir İKT’nin bu haliyle devam etmesinin mümkün olmayacağını ifade etti. Konuşmasında İslam dünyasının “orta yol topluluğu” olarak tanımlandığını belirten Genel Sekreter, İslam dünyasındaki fakirlik, yolsuzluk, eğitimsizlik, fırsat eşitliğinin yokluğu gibi sorunlar yüzünden toplumsal huzursuzluğun had safhaya vardığını söyledi. Filistin ve Irak’taki durum, bu huzursuzluğu arttırıyor. Taleplerine meşru yollardan çözüm bulamayan kitleler, aşırı akımların etkisinde kalıyorlar. Prof. İhsanoğlu’na göre bu sorunlarla herkesten önce İslam dünyasının ilgilenmesi gerekiyor; çünkü kendi sorunlarımız için başkalarını suçlamak ve hiçbir şey yapmamak mevcut krizi daha da derinleştiriyor.
Genel Sekreter’in konuşmasında dile getirdiği bu hususlar, zirvenin ana gündem maddelerini oluşturuyor. Burada bu gündemin nasıl oluşturulduğuna kısaca temas etmekte fayda var. Olağanüstü zirvenin gündem maddeleri genellikle İKT üyesi ülkelerin dışişleri bakanları tarafından belirleniyor. Bu zirve için farklı bir yol izlendi. İslam dünyasının önde gelen ilim adamı, yazar ve düşünürleri eylül ayında Mekke’ye davet edildi ve üç gün boyunca İslam dünyasının öncelikli sorunları tartışıldı. Burada ele alınan konular İKT Genel Sekreteri tarafından bir rapor haline getirildi ve devlet başkanlarına sunuldu. Bu rapor, aynı zamanda daha önce oluşturulan Akil Adamlar Heyeti’nin hazırladığı gündemi de kapsıyor. Dolayısıyla bu zirvede ele alınan konular düşünce, siyaset ve ekonomi dünyasından katılımcıların katkılarıyla belirlendi. Bu manada olağanüstü zirvenin demokratik bir süreç izlediğini söylemek mümkün. Fakat İKT’nin önündeki yapısal sorunlar ve üye ülkeler arasındaki güven ve işbirliği eksikliği, alınan kararların ne kadar uygulanacağı konusunda soru işaretlerine neden oluyor.
Nitekim bu zirvede de, diğer zirvelerde olduğu gibi üye ülkeler ortak sorunlardan çok kendi ulusal meselelerini gündeme taşıdılar. Lübnan İsrail’in Golan tepelerinden çekilmesini, Pakistan Keşmir’in işgalinin sona ermesini, Afrikalılar kendilerine daha fazla maddi yardım yapılmasını, Türkiye Kıbrıs halkına destek verilmesini talep etti. Araplar her şeye Arap dünyası perspektifinden bakılmasını istiyor. Bu yüzden Filistin, Lübnan ve Suriye onlar için birinci öneme sahip. Körfez ülkeleri özellikle ekonomi konularında somut bir eylem planının altına imza atmaktan kaçındılar. Umman’ın “İslam ülkelerinde iyi yönetim yaygınlaştırılmalıdır.” cümlesine şiddetle karşı çıkması çok manidardı. Krallıkla yönetilen Umman’a göre böyle bir şeyi talep etmek, şu andaki rejimlerin iyi yönetimler olmadığını ima ve iddia etmek anlamına geliyor.
Meşruiyet sorunu İKT’nin dönem başkanlığını yapan Malezya gündeme yeni konular taşımazken, teşkilatın güçlü üyelerinden İran, İslam karşıtlığına karşı mücadele, üye ülkeler arasındaki ekonomik işbirliğinin ve ticaretin arttırılması ve barışçıl amaçlar için nükleer enerji kullanılması konularında diğer ülkelerden destek istedi. Türkiye de ekonomik işbirliğinin güçlendirilmesi ve gençlik programlarının desteklenmesi konularında görüş belirtip ortak eylem çağrısında bulundu.
İKT’ye ve zirveye ev sahipliği yapan Suudi Arabistan’ın farklı bir gündemi var. Suudi Arabistan’ın zirvenin gündemine taşıdığı konular, krallığın yaşadığı hassas süreç hakkında önemli ipuçları veriyor. Aşırı hareketlere ve terörizme karşı mücadele, müsamaha ve itidalin yaygınlaştırılması ve İslam ülkeleri arasındaki dayanışmanın arttırılması konularında ısrar eden Suudi Arabistan, hem kendi iç muhalefetine hem de Amerika gibi dışarıdan gelebilecek müdahalelere karşı ön tedbir alıyor. Irak, Afganistan ve Suriye’nin düştüğü duruma düşmek istemeyen krallık, İKT’yi ve İslami dayanışmayı, yeni bir meşruiyet zemini olarak görüyor. Benzer kaygıları bölgedeki pek çok ülkenin taşıdığını söylemek mümkün.
Bütün ortaklık ve dayanışma çağrılarına rağmen üye ülkelerin kendi gündem maddeleri dışındaki konularda somut tekliflerde bulunamaması, İslam ülkeleri arasındaki birliğin ne kadar zayıf ve kırılgan olduğunu gösteriyor. İKT ve benzeri kuruluşların herhangi bir yaptırım gücü yok. Ekonomik ve siyasi kaynaklarla desteklenmemiş İKT gibi bir şemsiye kuruluşun büyük girişimlerde bulunması mümkün değil. İKT’nin çok küçük bir bütçeye sahip olması bunu teyit ediyor.
Fakat asıl önemli sorun, üyelerin İKT’ye inanıp inanmadığı. Suudi Arabistan, Malezya, Pakistan, İran ve (dönem dönem olmak şartıyla) Türkiye’yi bir kenara bırakacak olursak, diğer üye ülkelerin İKT’ye büyük bir anlam ve misyon yüklediğini söylemek mümkün değil. Örneğin üye ülkelerin hepsi İslam Kalkınma Bankası’nın kaynaklarından faydalanmak istiyor; ama çoğu ülke aidat ödemekten kaçınıyor. İKT zirvelerinde ele alınan kararlar üye ülkeler tarafından uygulanmıyor. İKT’nin finansal kaynaklarının arttırılması ve siyasi yaptırım gücüne sahip olması konusunda İKT’ye ev sahipliği yapan ve bölgenin en zengin ülkesi Suudi Arabistan da benzer bir tutum sergiliyor. Bunlar, bu olağanüstü zirvenin ve İKT’nin güvenilirliğini gölgeleyen faktörler.
Büyük ümitler... Bu sorunlardan dolayı bu zirvenin de diğerleri gibi güzel bir bildirgeyle sona ereceğine; fakat somut netice üretmeyeceğine dair bir beklenti ve korku var. Zirvede kabul edilen Mekke Bildirgesi, İslam ülkelerinin hangi sorunlara öncelik verdiğini göstermesi açısından bir referans metni olabilir. İKT’nin yeni bir yapıya kavuşturulmasını öngören teklifler ve 10 yıllık Eylem Planı da önemli açılımlar sağlayabilir. Fakat asıl sorun, alınan kararların nasıl ve nereye kadar uygulanacağı. İKT üyesi ülkelerin zirvede alınan kararları uygulamasının önünde pek çok sorun bulunuyor. İslam ülkeleri küresel gelişmelerin merkezinde oldukları halde bu süreçte belirleyici bir rol oynamaktan uzaklar. Bölgesel dinamikleri verimli bir işbirliğine dönüştürebilecek siyasi derinlik ve kıvraklığa sahip değiller. Oysa bölgesel işbirliği programları, küreselleşmenin bölge üzerindeki menfi etkilerinin kontrol altına alınmasına önemli bir katkıda bulunabilir.
Bu zirve, İslam dünyasının bölgesel sorunlarını aşması ve küresel bir güç haline gelmesi için bir dönüm noktası olabilir. Ortadoğu’da kurulacak siyasi istikrar, sadece bölge değil, dünya barışına katkıda bulunacak ve küresel güç dengelerini değiştirecektir. Bu yüzden insanlığın geleceği büyük ölçüde İslam dünyasındaki gelişmelerin seyrine bağlı. Bu zirve, Müslüman liderler bu bilinçle hareket ederlerse bir anlama sahip olacak