Recep Tayyip Erdoğan, 15 Eylül 2011’de Mısır Parlamentosu’nda, “laiklik” vurgusu yaptığında bu hem Mısır kamuoyunda hem de Türk kamuoyunda bir şaşkınlık yaratmış, yoğun bir biçimde tartışılmıştı.
Türkiye’deki radikal laiklik uygulamalarının türlü zulümlerine maruz kalmış bir siyasi liderin Mısır’da yeni bir rejimin kurulma sancılarının yaşandığı bir dönemde bu vurguyu yapması ne anlama geliyordu? Erdoğan’ın mesajı netti esasında: Devlet yönetimine talip olanların dini bir cemaat mantığıyla hareket etmeleri ciddi problemleri beraberinde getirir. Her şeyden önce ciddi bir meşruiyet sorunu doğurur. Kamu otoritesinin toplumun bütün kesimlerinin çıkarı için çalışma prensibi geçerliliğini yitirir. Vs.
Mısır’da daha sonra yaşananları elbette bu mesaja sahip çıkmamakla izah edemeyiz. Zira, seçimler gerçekleşip sivil bir iktidar kurulduktan sonra din-devlet ilişkileri sağlıklı bir biçimde tartışılamadı bile. Sistemin normalleşmesi iç ve dış baskılarla engellendi. Dindarların iktidarda nasıl bir yönetim performansı sergilediklerine bakılmaksızın nasıl düşmanlaştırıldıklarına şahit olduk. Sonuçta olan oldu ve askeri bir darbe ve kanlı bir müdahaleyle siyasal alana kilit vuruldu.
Daha sonra, Türkiye siyaseti, ulusal ve uluslararası kamuoyunda “dini bir cemaat” olarak bilinen bir grubun yeni yol ve yöntemlerle kotarılan darbe girişimine tanıklık etti. Gülen’in önderliğini yaptığı bu grup, sivil siyaseti ve seçilmiş meşru iktidarı hedef aldı. Yaklaşık bir yıldır bu süreci de pek çok detayıyla konuşuyoruz.
17 Aralık ve 25 Aralık müdahaleleri gerçekleştiğinde benim de içinde olduğum bir grup yazar, bu sürecin Türkiye’de yeni bir laiklik tartışmasına kapı aralayacağından bahsetmişti. Yani, Türkiye’deki radikal laiklik uygulamalarının yarattığı tahribata rağmen kamu otoritesinin toplumun bütün kesimlerine, dinin bütün farklı temsillerine aynı mesafeden yaklaşmasını mümkün kılacak bir laiklik anlayışı... Devletin dini disipline ettiği uygulamalar yerine, devletin dini bir yoruma teslim edilmediği bir perspektif...
Hiç kuşkusuz, İslam dünyasında laikliğin anlamı, din-devlet ilişkilerinin mahiyeti Batılılaşma döneminin başından itibaren yoğun bir biçimde tartışılan bir konu. Hal böyle olsa da, din-devlet ilişkilerinin nasıl tanzim edileceği konusunda İslam dünyası hiç bu denli somut bir toplumsal ve siyasi zemine sahip olmamıştı. Laiklik, somut bir sosyo-politikten yoksun biçimde, Batıcı elitler eliyle Müslüman toplumları dizayn etme sürecinin bir parçasına dönmüş, bir iktidar kurma aracı halini almıştı.
Arap Baharı sürecinde laiklik meselesi ve din-devlet ilişkileri konusu yeni bir boyut kazandı. Mısır’da yaşananlar da, Türkiye’de yaşananlar da bu sürecin bir parçası olarak okunabilir. Fakat özellikle son dönemde IŞİD’in yükselişi laiklik tartışmalarına yeni bir boyut ekledi. Ne yazık ki bir kez daha İslam dünyasındaki radikal laiklik çağrıları güçlenerek geri döndü. Sadece IŞİD’in etkilediği bölgelerde değil, bütün İslam coğrafyasında bu konu tartışılmaya ve esasında ahlaki üstünlüğünü yitiren radikal laiklik yorumları yeniden gündeme gelmeye başladı.
Dün Fas’ın Rabat şehrinde, SETA Vakfı tarafından yayımlanan Ru’ye Türkiyye dergisinin CERSS ile ortaklaşa düzenlediği “Kuzey Afrika’da Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı: Türkiye ve Fas” başlıklı toplantıdaydık. Türkiye’den ve Fas’tan birçok değerli araştırmacı ve yazarın katılımıyla gerçekleşen toplantıda Arap Bah