İslam, dünyada en fazla inananı olan dinlerden birisi. İslam medeniyeti uzun yıllar dünyanın en kritik bölgelerinde devletler kurmuş ve son 15 asırdır kendisini dikkate almadan herhangi bir jeopolitik analiz yapmayı imkânsız kılmış bir medeniyet. Buna rağmen uzun süredir ‘İslam dünyası nasıl kurtulur?’ tartışması yapma ihtiyacı var. İslam dünyasının liderlerini bir araya getiren İstanbul’daki İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İslami Zirvesi de ister istemez benzer soruları tekrar gündeme getirdi.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üye sayısı bakımından dünyanın en büyük kuruluşlarından birisi. Aynı zamanda kemiyet ve potansiyeliyle ters orantılı olarak dünyanın en verimsiz kuruluşlarından birisi. Yapısı ve üye ülkeler arasındaki siyasi, ekonomik ve coğrafi heterojenlikten dolayı bir türlü aktive edilemeyen, İslam dünyasının bırakın kökleşmiş problemlerini, güncel ve ufak temaslar gerektiren problemlerini bile ele almaktan aciz bir performansı var. İİT’nin yapısı hatta ontolojisiyle alakalı birçok eleştiri yapılabilir. Fakat sorunun kaynağı daha derinlerde ve bu sorunlara değinilmeden yapılacak eleştirilerin çoğu havada kalacak. Nihayetinde İİT, İslam dünyasının bir ürünü ve İslam dünyasının kronik problemlerinden doğrudan nasibini alıyor.
Öncelikle Müslümanlar arasında birlik ve kardeşlik hissiyatının ciddi bir erozyona uğradığı çok açık. Aynı dine inanmakla siyasi olarak işbirliği yapmanın veya ortak hareket etmeninin farklı şeyler olduğu fikri yaygınlaşmış. Hatta işbirliği için Batılı ülkeleri özellikle tercih eden İslam ülkeleri var. Bu da isminde işbirliği geçen İİT’ye ontolojik bir meydan okuma yöneltiyor. İslam ülkeleri arasında işbirliği bir tarafa rekabet, düşmanlık hatta çatışmalar oldukça yaygın. Bu sebepten belki de ilk yapılması gereken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da zirve çerçevesinde dediği gibi ‘Düşman azaltıp, dost kazanmak’tır. Belki bu kaotik dönemde düşmanlıkların giderilmesi işbirliğinden de daha fazla önem arz ediyor.
İsminde İslam geçtiğinden dolayı İİT çatısı altında en azından birtakım İslami değerlerin belirleyici olması beklenir. Bu da teşkilatın en büyük çıkmazlarından birisi. Dünyanın farklı yerlerinden birçok ülkeyi aynı çatı altında toplayan örgütün üyeleri arasındaki en büyük benzerlik hepsinin ya halkları Müslüman ülkeler olması ya da hatırı sayılır miktarda Müslüman nüfusu barındırması. Bu ülkelerde İslami değerlerin ne ölçüde tedavülde olduğu ise koca bir soru işareti. Kaldı ki İslam, İslami yaşam, İslam-siyaset ilişkisi gibi konularda da mezkûr ülkeler arasında uçurumlar var. Hal böyleyken halklarının Müslüman olması İİT ülkelerini siyasi konularda aynı payda altında maalesef toplamıyor. Suriye, Libya, Mısır’daki darbe vs. buna en çarpıcı örnekler.
İslam dünyasında mezhepsel ve ideolojik kutuplaşmalar yaygın. İİT’nin en etkili aktörlerinden Suudi Arabistan ile İran arasındaki mezhep soslu jeopolitik gerginlik ve rekabet İslam dünyasının birçok noktasında güçlü karşılık buluyor. Yemen, Suriye, Irak, Bahreyn, Lübnan, Pakistan’da derin izleri var bu rekabetin. İslamcı, demokrat, seküler, Marksist, Baascı, milliyetçi, cuntacı vs. gibi farklılaşmalar da İslam ülkelerinin ortak zeminde buluşmasını maalesef engelliyor. Hal böyleyken İİT de işbirliğinden ziyade hesaplaşma arenasına dönüşüyor.
Türkiye’nin dönem başkanlığında Teşkilat’ın realist davranarak İslamofobi gibi, Filistin gibi ekserisinin temelde benzer düşündüğü konulara yoğunlaşması lazım. Bu esnada gerginliklerin artmaması bile kar hanesine yazılabilir. Büyük sorunlarımız var ama ekstra fikir ayrılıklarına sebep olmayacak konulara yoğunlaşmakta fayda var.
[Akşam, 18 Nisan 2016].