ABD ve İsrail’den İran’a yönelik baskı her geçen gün artıyor. Gerek Netanyahu gerekse Trump, İran’la 2015 yılında imzalanan anlaşmanın yetersiz olduğunu ve Tahran’ı nükleer silah yapmaktan vazgeçiremeyeceğini söylüyorlar.
Bu anlaşmanın imzalanmasında çok önemli rol oynayan Avrupa Birliği ise ABD ve İsrail’in iddialarına ve anlaşmanın yenilenmesi konusundaki taleplerine karşı çıkıyorlar. Zira Avrupalılar İran’la bir savaş çıksın istemiyorlar.
İki nedenden dolayı İran’la, Irak benzeri bir savaşın yaşanmasını istemiyor Avrupalılar. Birincisi böyle bir savaşın kendileri açısından ekonomik maliyetinin çok yüksek olacağını düşünüyorlar. 2015 yılında nükleer anlaşmanın imzalanmasının hemen ardından Avrupa ülkelerinden üst düzey siyasetçiler, özellikle de ekonomi bakanları İran’la iş yapmak için sıraya girmişlerdi. Şimdi çatışma ihtimali ve yaptırımların yeniden gündeme gelmesi bu ülkeleri ve İran’da yatırım yapan ya da yapmaya hazırlanan Avrupalı şirketleri rahatsız ediyor.
İkinci olarak Avrupalılar, nükleer meseleden dolayı ABD ve İsrail’in yeni talepleri karşısında İran’ın geri adım atmaması sonucu çıkabilecek bir savaşın Orta Doğu’yu, Irak savaşından daha büyük bir kaosa sürükleyeceğini ve bu kaosun Avrupa’ya etkilerinin çok daha büyük olacağını düşünüyorlar. 2015 yılında Avrupa’ya yönelen büyük mülteci dalgasının bu ülkelerdeki siyasal dengeleri nasıl sarstığını, yerleşik siyasi partileri gerileterek aşırı sağ hareketleri nasıl öne çıkardığını hatırlarsak Avrupalıların bu endişesinin yersiz olmadığını görürüz.
Rusya ve Çin’in İran Nükleer Anlaşmasını yenileme fikrine yanaşmamaları BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik yeni yaptırım kararları alınmasını engelleyecektir. Ancak 2003 Irak savaşında olduğu gibi, ABD, Güvenlik Konseyi kararı olmadan da İran’a askerî müdahale opsiyonunun açık olduğu tehdidiyle Tahran’ı taviz vermeye zorlayacaktır.
İçeride yaşadığı skandallar nedeniyle yoğun baskı altında olan Trump, bu baskıyı hafifletecek her türlü desteğe muhtaç göründüğü için İsrail lobisi ve Neo-Conların İran konusundaki isteklerine ayak uyduracak görünüyor. Bu da İran’a yönelik baskıların daha da artacağı ve ABD’nin Tahran’a karşı nükleer anlaşma çerçevesinde Obama döneminde kaldırdığı yaptırımları yeniden yürürlüğe koymak suretiyle fiilî olarak 2015 anlaşmasından çekilme ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.
Bu durumda AB’nin yeniden devreye girmesi gerekecek.
Aslında İran Nükleer Anlaşmasından memnun olan AB’nin bu anlaşmazlıkta, 2015 anlaşmasına sadık kalan İran ile bu anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirmeye artık yanaşmayan ABD arasında bir tercih yapması gerekecek.
Türkiye’nin de bu meselede bir tercih yapması gerekecek.
Bir tarafta “müttefiki” olmasına rağmen yıllardır YPG/PKK’ya destek veren ABD.
Diğer tarafta ise, Arap İsyanlarının başından beri Suriye ve Irak’taki faaliyetleri nedeniyle Ankara’da ciddi rahatsızlıklar oluştursa da, son dönemde gerek Suriye’deki iç savaşın sona erdirilmesinde gerekse Kuzey Irak’ta Barzani’nin yapmaya çalıştığı bağımsızlık referandumunda iş birliği yapabildiği İran.
ABD’nin bundan sonraki PKK/YPG politikasının Türkiye’yi rahatsız etmeye devam edeceği kuvvetle muhtemel, ancak İran’ın aynı örgüte yönelik politikası da Ankara’ya güven vermiyor.
2010 yılında Türkiye, Batılı müttefikleriyle sorun yaşamayı göze alarak İran nükleer sorununa barışçı çözüm bulmak için Tahran’a destek veren bir tavır içerisinde olmuş ve Brezilya ile birlikte Tahran Anlaşması’nın imzalanmasına öncülük ederek, İran’a karşı ağır yaptırım öngören 1929 sayılı Güvenlik Konseyi kararına ret oyu vermişti.
Ankara, bundan sonra da ABD’nin İran’a karşı tek taraflı yaptırımlarına karşı çıkmış ve bu ülkeyle ekonomik ilişkilerini normal düzeyinde sürdürmüştü.
Bu tavrının karşılığında ABD’nin ağır baskısına (Hakan Atilla Davası) maruz kalan Türkiye, destek verdiği İran’dan ise bu desteğin karşılığını görememiş ve Suriye ve Irak’ta Tahran ile ciddi gerginliklere sürüklenmişti.
Şimdi İran nükleer sorunu yeniden alevlenirken Türkiye’nin geçmiş tecrübelerden de ders çıkararak hassas bir denge politikası geliştirmesi gerekiyor. Bir taraftan bu meselenin bütün Orta Doğu bölgesine zarar verecek şekilde sıcak çatışmaya dönüşmemesi için elinden gelen katkıyı vermesi, diğer taraftan ise söz konusu gerginliğin kendisini ABD ile yeni çatışmalara sürüklemesinden kaçınması bu dengenin iki tarafını oluşturuyor.
[Türkiye, 5 Mayıs 2018].