Muhalefet partileri karşılıklı ziyaretlerle istikşafi görüşmelerini sürdürüyorlar. Aslında birbirlerinde keşfedecekleri bir bilinmeyen var mı emin değilim. Geçmişte CHP’lilerin, AK Parti’den ayrılıp parti kuranlarla ilgili hakaret içerikli açıklamaları internette duruyor. Benzer şekilde İyi Parti ve HDP’liler de hakaret konusunda CHP’den hiç de geri kalmamışlardı.
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan AK Parti’den ayrılıp Erdoğan’ın karşısına geçince birden CHP nezdinde değere bindiler. Şu an birbirlerini övüyorlar. Ortak gelecek perspektifinden falan bahsediyorlar.
Millet İttifakı ve özel olarak da CHP için yeni kurulan partilerin değerli olmasının tek bir sebebi var. O da bu partilerin ve siyasetçilerinin Erdoğan karşısına geçmiş olmaları. Meselenin ironik tarafı, aslında kendilerini bu partiler nezdinde değerli kılan da yine Erdoğan.
Eğer yeni kurulan partiler bugün çıkıp deseler ki, “Biz Erdoğan’ın karşısında olduğumuz gibi CHP siyasetinin de karşısındayız”, bırakın karşılıklı ziyaretlerle birbirlerini övmelerini, rüzgâr bir anda tersine döner. CHP’liler düşürülen Rus uçağından girerler. Süleymanşah Türbesinin taşınmasından, Suriye politikasında esas sorumlunun kim olduğuna kadar ne varsa gündeme taşırlar. Eskinin defterlerinin sayfalarını yeniden karıştırırlar.
Sözü yormaya hiç gerek yok. Sorulması gereken soru şu: Millet İttifakı’nın eski paydaşlarının kendi aralarında ve AK Parti’den ayrılıp parti kuranlarla, Türkiye’nin geleceğine ilişkin hangi konularda ortak perspektife sahipler?"
Bu sorunun aslında tek bir cevabı var. O da “Erdoğan iktidardan gitsin de nasıl giderse gitsin” ortak düşüncesidir. Bakmayın siz şimdi, “güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş ortaklaştığımız en önemli konu” demelerine. Siz hiç bugüne kadar Millet İttifakı partilerinden güçlendirilmiş parlamentarizmden neyi kastettiklerine dair bir içerik duydunuz mu?
Soyut siyaset, içi doldurulmamış politik söylemler bu tip ortaklaşmalarda birçok ayrışmayı perdeliyor.
CHP kendisi açısından rasyonel olanı yapıyor. Seçmenine alttan alta, “bu partileri benim nezdimde değerli kılan Erdoğan karşıtlığıdır” propagandasını yapabiliyor. Bir önceki seçimde Saadet Partisi ve Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na yönelik parlatma, CHP tabanına anlatma ve aktörleştirme girişimlerini bu bağlamda hatırlamak yeterli.
Çünkü bu partilerle ittifak kurmaktan kendisinin kazançlı çıkacağını biliyor. CHP, 18 yıldır tek başına iktidar olan bir partinin karşısında hâlâ oylarını artıramıyor. Siyasi konjonktür nasıl şekillenirse şekillensin alacağı oylarda anlamlı hiçbir kıpırdanma olmuyor. Dolayısıyla, kaybedeceği bir şey olmadığını görüyor.
Tek başına, özellikle bu sistemde ve bu gidişle iktidara gelemeyeceğini bildiği için, siyasi duruşu ne olursa olsun muhalif olan her partiyi sahiplenmekten başka bir alternatifinin olmadığının farkında. Değilse, Atatürk’ün kurduğu bir partide, Atatürk diyemeyenlerin bile Türkiye’nin en büyük şehrine il başkanı yapılmasını başka nasıl izah edebilirler?
Yeni siyasal alanı şekillendirme arayışında sorulması gereken ikinci soru ise şudur: Yeni kurulan partilerin CHP’ye olan ilgilerinin altında yatan esas neden nedir?
Yeni kurulan partilerin mevcut siyasi konjonktürde öyle iddia ettikleri gibi bir başarı şansları yok. Mevcut siyasi sistemde tek başına yüzde beşi aşamayan hiçbir parti siyasette kalıcı olamaz. Seçimlerden sonra, bu tip partilerde zaten toplama bir kadro olan teşkilatlar, dağılır. Motivasyon kaybına uğrarlar.
Dolayısıyla, bu yeni partiler ittifak siyasetinin şekillendirdiği bir siyasal alanda ancak büyük partilere yaslanarak en azından isim ve genel başkanlık düzeyinde ayakta kalabileceklerini düşünüyorlar.
Seçime kadar, yaslanılan büyük partinin desteği ile kamuoyunda gündem olmayı sağlayabiliyorlar. Bu durumun, aktörleşmelerine yardım edeceğini zannediyorlar. Seçimlerde ise, ittifak pazarlığında, ittifakın büyük partisinin kontenjan milletvekilliği üzerinden birkaç milletvekili ile parlamentoda temsil edilebileceklerini varsayıyorlar.
Sonuç olarak, Millet İttifakı partileri ve yeni kurulan partiler arasında devam eden ziyaretlerde dile getirilen ilkeler üzerinde ortaklaşma tamamen içi boş bir söylem. Yani ortada bir ilke falan yok. Pragmatik bir siyaset arayışı var.
[Türkiye, 17 Eylül 2020].