Nisan 2019 itibarıyla Trablus’a saldıran milis lider Halife Haftar bu hafta başında, “halkın kendisine verdiği yetkiyle”, “Libya Siyasi Anlaşması”nı rafa kaldırdığını, “önümüzdeki zor süreçte Libya Ordusunun yönetimde olacağını” duyurmuştur. Bu duyuru zımnen doğu bölgesindeki bütün siyasi yapıların feshi anlamına gelmektedir.
Haftar’ın 2014 yılı Şubat ve Mayıs aylarında ilan ettiği darbenin bildirisi okunduğunda, aynı kavramları ve aynı üslubu kullandığı ve aynı teklifle geldiği görülecektir. Fakat 2014 yılı Mayıs ayında ilk darbe girişimi başarısız olunca, koruyucu şemsiye olarak o zaman Tubruk’ta toplanan Temsilciler Meclisi’nin himayesini kabullenmiştir.
Ancak Haftar, sürekli TM’nin siyasi temsilinden rahatsız olmuş ve siyasi muhatap olarak da kabul edilmek istenmiş, Haftar’ı destekleyen BAE ekseni bu hususta Haftar’a destek vererek onu tedricen siyasi muhataba dönüştürmüştür. Özellikle Palermo ve Berlin konferanslarında Haftar bizzat siyasi müzakereci olarak kabul görmüştür.
Haftar yaptığı son hamleyle doğu bölgesinde tek siyasi ve askeri aktöre dönüşüp, sahadaki ve masadaki bütün süreçleri kendisi yönetmeyi planlamaktadır. İllegal bir darbeciyi “de facto” aktör olarak Palermo ve Berlin’de müzakerenin ana aktörüne dönüştürenlerin, Haftar’ın bu hamlesini de bir meşruiyet zeminine oturtma kabiliyeti olduğu görülmektedir.
Nitekim Haftar’ın bu hamlesine ilişkin uluslararası aktörlerin açıklamalarının cılız olduğu, açıklamalarda daha çok “siyasi çözümün önünün tıkanmaması” gerektiği kaydedilmektedir.
Haftar’ın askeri başarı elde edip Trablus’a girdiği, ya da edemeyip mevzilerini koruduğu ya da başarısız olup çekildiği senaryoların herhangi birinde, muhatap olarak müzakere masasında olması durumunda, Haftar ve destekçisi olan bölgesel ve küresel aktörler hala Libya dosyasında etkisini koruyor olacaktır.
Bir diğer ifadeyle uluslararası aktörlerin açıklamalarında bir illüzyon olduğu, “siyasi çözümünün önü kesilmemeli” diyerek, ne olursa olsun Haftar’a masada yer açmak istedikleri görülmektedir. Haftar Trablus’a saldırdığında da aynı kavramsallaştırmayla açıklamalar yapan uluslararası aktörler, Berlin’de Haftar’ı baş köşeye oturmuştu.
Ayrıca Haftar’ın sıklet merkezi Tarhuna’ya yönelik kuşatmayı kırmak olan kapsamlı bir operasyona hazırlığı içinde olduğu da bilinmektedir. Son yaptığı ateşkes açıklaması hazırlıklarını tamamlamak için zaman kazanmak, eğer UMH bu duyuruya cevap vermezde de “ben ateşkes istedim onlar saldırdı bu nedenle saldırma hakkım var” iddiasının bahanesi olarak değerlendirilebilir.
Bu vesileyle Haftar’ın önümüzdeki günlerde saldırılarını artıracağını, Trablus’a girmek isteyeceğini (1), giremese de mevzilerini korumak isteyeceğini (2), en olmadığı Batı bölgesinde bazı mevzilerini kaybedeceğini (3) ön görebiliriz.
Haftar’ın birinci senaryoyu, UMH’nin üçüncü senaryoyu hayata geçirmek için ciddi bir hazırlığının olduğu biliyoruz, uzun vadede UMH’nin başarılı olacağını ön görmekle birlikte, muhtemelen orta vadede ikinci senaryoyu seyredeceğiz. Bu durumda Haftar bölgesel ve küresel destekçileri maharetiyle masada hala var olmayı sürdürecektir.
Haftar’ın son hamlesiyle Berlin Deklarasyonu hem temellerinden sarsılmış hem de aktörleri açısından anlamsızlaşmıştır. Çatışmaların galibi belirginleşmeye başladığında yeni bir siyasi süreç başlayacaktır, bu süreçte sahada kimin kazanımları daha fazlaysa masaya ele daha güçlü oturacağı kesin. Ancak yeni başlayacak siyasi süreçte bir barış planı olan masada oyun kurucu olacaktır.
Bu münasebetle Türkiye, Libya’da UMH ile geliştirdiği iş birliği sonucu sahada elde ettiği kazanımları siyasi kazanıma dönüştürmek için bir “Barış Planına” sahip olmalıdır. Bu “Barış Planı” Berlin Deklarasyonun ana gündem maddeleri olan Libya’da siyasi, askeri, ekonomik ve toplum reformun niteliğine dair ayrıntılı bir yol haritası içermelidir.
[Sabah, 2 Mayıs 2020].