Seçime doğru giderken cevabı en merak edilen soru "HDP barajı aşacak mı" sorusu. HDP'nin barajı aşması durumunda oluşacak meclis kompozisyonu ile aşmaması durumunda ortaya çıkacak siyasi manzara çok farklı. Kamuoyu anketlerinin kahir ekseriyetine göre HDP hâlâ barajın altında. Bununla birlikte HDP'nin barajı aşma imkân ve potansiyeli olduğunu söyleyenler de az değil.
HDP'nin barajı aşması hiç kuşkusuz AK Parti siyasetine ve "yeni Türkiye'yi kurumsallaştırma gündemi"ne ciddi bir etkide bulunacak. Fakat diğer yandan kimi siyasi analistler, HDP'nin meclise girmesi durumunda "Çözüm Süreci"nin daha hızlı ve sağlıklı biçimde yürüyeceğini, "Kürt sorunu" diye bir şeyin kalmayacağını iddia ediyorlar.
***
HDP, kendisini her şeyden önce bütün Türkiye'ye hitap eden bir parti olarak konumlandırma arayışında. HDP, sadece PKK çizgisindeki Kürtlerin değil, bütün toplum kesimlerinin destek verebileceği bir parti olduğunu iddia ediyor. HDP, ulusal sınırları esas aldığını, mevcut rejim içinde hareket ettiğini ve ulusdevlet merkezli bir demokratikleşme programını yürürlüğe sokmak istediğini belirtiyor. Bütün bunların yanında HDP, Türkiye toplumunun tümündeki madunların haklarını korumakla ilgili bir derdi olduğunun da altını çiziyor.
Böylesi bir söylem etrafında hareket eden bir HDP'nin TBMM çatısı altında temsil edilmesi Türkiye demokrasisine olumlu bir katkı sunmaz mı? Bu soruya birçok naif yazar çizer dostumun yaptığı gibi bir çırpıda "evet" cevabını veremiyorum. Veremiyorum çünkü HDP'nin söylemsel performansının tümüne, yönetici ve milletvekili aday profillerine baktığımda karşımda pek de iç açıcı bir manzara göremiyorum.
***
Haziran seçimlerine doğru giderken HDP'nin dört temel çelişki ile karşı karşıya olduğu kanaatindeyim. HDP'nin birinci çelişkisini açığa çıkaran faktör, onun sadece iktidar partisiyle değil, ana muhalefet partisiyle de yarışmak durumunda kalması.
HDP, "Erdoğan karşıtlığı"nın bayraktarlığını yapmak noktasında CHP ile yarış halinde. CHP'den oy devşirme arayışı HDP'yi Kemalistleştiriyor. Bu süreçte HDP, politika temelli eleştiriler yerine, aktör bazlı duygusal tepkiler ortaya koyuyor. HDP, AK Parti'nin toplum, devlet, siyaset, kültür vb. meselelere ilişkin tavır ve politikalarını eleştirmeye yahut onlara farklı alternatifler sunmaya dönük bir söylem kullanmak yerine, AK Parti'nin kurucu figürü R. Tayyip Erdoğan'a dönük bir "nefret söylemi" kullanıyor.
HDP'nin ikinci çelişkisi, üzerindeki PKK vesayeti. HDP, bir yandan Türkiye'nin tümünü kucaklama arayışında olduğunu iddia ederken, diğer yandan PKK'nın stratejik çıkarlarını siyaset sahnesinde savunmak durumunda. Bu durum, onun çok ciddi gelgitler yaşamasına ve çift-dilli bir söylem kullanmasına yol açıyor. Bu, kamuoyunun gözü önünde cereyan ediyor ve HDP'ye ilişkin kuşkuların artmasına yol açıyor.
HDP'nin üçüncü çelişkisi tam da bu noktada ortaya çıkıyor. HDP, "Türkiyelilik" vurgusuna rağmen, siyasi teolojisinde içkin olan ve yer yer su yüzüne çıkan Pan-Kürdist refleksler nedeniyle yeni meydan okumalarla karşı karşıya kalıyor. Kobani krizinde ve 6-8 Ekim olayları sürecinde gördüğümüz gibi HDP yönetimi birdenbire uluslararası bir hareketin "basın sözcüsü" gibi hareket edebiliyor.
HDP'nin bir diğer çelişkisi ise, yönetim yapısının tek-tipliği ve milletvekili adaylarının da toplumsal çeşitliliği hiçbir şekilde yansıtmaması noktasında karşımıza çıkıyor. Her ne kadar HDP, biçimsel olarak bu çeşitliliği yansıttığını iddia etse de, milletvekili adaylarının büyük bir kısmının PKK çizgisindeki isimlerden oluşması bu iddiayı geçersiz kılıyor.
İşin kötüsü HDP yönetimi bu çelişkileri çözme imkânından mahrum durumda. Çünkü kendi varlığını bu çelişkilere borçlu. İşte bu nedenle ben HDP'nin bu haliyle mecliste temsil edilmesinin ülkenin demokratikleşmesi ve çözüm sürecinin başarıya ulaştırılması namına bir değer ifade etmeyeceği kanaatindeyim.
[Sabah, 13 Nisan 2015]