Türkiye ekonomisi 2002’den sonra çok farklı bir seyir izledi. 2001 yılında tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşayan Türkiye’de, AK Parti’nin tek başına iktidar olmasıyla sağlanan siyasi istikrar sayesinde, ekonomideki birçok göstergede iyileşmeler yaşandı.
Öyle ki bugün, ekonomideki istikrarı siyasi istikrarla eş anlamlı kabul ediyoruz. Çünkü geçen 12 yılda, içerden ve dışarıdan kaynaklı birçok girişime rağmen etkilenmeyen, yoluna devam eden ve büyüyen bir ekonomiye sahip olduk.
Teoride ve pratikte kabul edilen gerçek, ekonomideki istikrarın siyasi istikrarla birebir bağlantılı olduğudur. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülke ekonomileri için ekonomideki yol haritası siyasi ortamdaki gelişmelerle çiziliyor. Bu nedenle büyüme, enflasyon, yabancı yatırım miktarı gibi birçok ekonomik göstergedeki olumlu sürece Türkiye’deki siyasi istikrar kapı aralamıştır.
2002-2007 yılları arasında, yalnızca 5 yıllık dönemde kişi başına düşen geliri alt gelir grubundan yüksek orta gelir grubuna taşımak, birçok ülkeyi iflas noktasına getiren ve Avrupa Birliği’ne tarihinde en yüksek maliyeti yaşatan 2008 küresel ekonomik krizini başarıyla yöneten, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi kamu yatırımlarında ülkenin çehresini değiştiren bir başarı var karşımızda. Bu başarının anahtarı, siyasi istikrarın ekonomik istikrara katkısıdır.
HAZİRAN SEÇİMLERİ YALNIZCA SİYASİ AÇIDAN DEĞİL EKONOMİK ANLAMDA DA YENİ BİR SIÇRAMANIN ADIDIR
2002’den sonra gerçekleşen 2007 ve 2011 genel seçimlerinde siyasi ve ekonomik istikrarın kazandığını, halkın büyük bir çoğunluğunun 12 yılda elde edilen kazanımların devamı yönünde karar aldığını gördük. Şimdi önümüzde yeni bir genel seçim var. Haziran seçimleri yalnızca siyasi açıdan değil ekonomik anlamda da yeni bir sıçramanın yaşanacağı dönemin başlangıcı olacak.
Küresel büyümenin yavaşladığı, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelerden ekonomik büyüme açısından geriye düştüğü, ekonomi ve siyasi gündemin belirli ülkelerin tekelinden çıktığı böyle bir ortamda Türkiye, Yeni Türkiye vizyonu ile başlattığı bu süreci hızlandırarak yoluna devam etmelidir.
Çünkü 2000’li yıllarda başlayan küresel ekonomideki güç dengelerindeki hareketlilik, 2008 küresel ekonomik krizle birlikte deprem etkisi oluşturdu. Bir türlü eski günlerine dönemeyen gelişmiş ülkeler çıkış yolları ararken, başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan ülke ekonomileri yükselişlerine devam etti.
Önümüzdeki ilk çeyrek asırda bu güç dengesinin Türkiye gibi gelişmekte olan ülke ekonomilerinden yana devam edip etmeyeceğini, bu ülkelerin yaptıkları hamleler belirleyecek.
Seçim sürecine girmesine rağmen ekonomide yapısal dönüşüm reform paketini açıklayan, İstanbul’a 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi yatırımlarını kararlılıkla sürdüren, bölgesel eylem planlarını uygulayan Türkiye, bu hamleleri yaparak gelişmekte olan ülke ekonomilerine örnek oluşturmaktadır. 12 yılda gerçekleşen değişimi yeni bir sıçramayla devam ettirmek isteyen Türkiye’deki siyasi istikrar ise bu amacın mihenk taşıdır.
SİYASİ İSTİKRAR, BÖLGESEL KALKINMADA KİLİT ROL OYNAYACAK
Bu nedenle Haziran’daki genel seçim, Türkiye’nin yeni bir dönemin eşiğinde olduğu anlamına geliyor. Aslında seçim sonuçları konusunda soru işaretlerinin olmaması, 2023 hedeflerine ilerleyen Türkiye için istikrarın devam edeceğini gösteriyor.
Ancak, hedeflenen yalnızca ülkenin kalkınması veya ekonomik büyümenin sürdürülmesi değil. Aynı zamanda tüm bölge ve şehirlerin ekonomik aktivitede yer alması, ülkenin her bölgesinde ekonomik refahın yükselmesi, bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması amaçlanıyor.
12 yılda Türkiye’de siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan ötekileştirilen, merkezden çevreye itilen kesimin her alanda görünürlüğü ve etkinliği sağlandı. Şimdi sırada, refahın, gelirin ve kalkınmanın her bölgeye ve şehre yansımasını gerçekleştirmek var.
Böylelikle ülke genelinde ekonomik açıdan yaşanan iyileşme, mikro düzeyde de kendini gösterecek. O zaman yalnızca İstanbul veya Ankara değil, Diyarbakır, Erzurum gibi şehirler de ekonominin merkezi sayılacak.
[Yeni Şafak, 26 Mart 2015]