Türk dış politikasının icra kısmına Irak dosyasında çalışmış üç eski diplomatın kariyerleri üzerinden bakın, karşınıza çok ilginç bir trend çıkacak.
Birinci diplomatımız, 2003-2005 yıllarında yani Irak’ın işgal günlerinde Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi olan Osman Korutürk. Korutürk 2011 seçimlerinde CHP’den milletvekili seçildi.
İkinci isim, 2006’da Irak Özel Temsilcisi Yardımcısı olan Murat Özçelik. Özçelik 2007’de Irak Özel Temsilcisi, 2009-2011 yılları arasında da Türkiye’nin Irak Büyükelçiliği görevini yürüttü. Irak’tayken Maliki tarafından ‘istenmeyen adam’ ilan edilen Özçelik, dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak CHP’de siyaset yapıp HDP’ye oy verdiğini açıklasa da yine CHP’den milletvekili seçildi.
Son isimse DAİŞ tarafından rehin alınmasa kimsenin ismini bile öğrenmeyeceği Öztürk Yılmaz ki Ankara’da birçokları, Yılmaz’ın emirleri çiğneyerek Musul’dan ayrılmadığını konuşuyor. Yılmaz’ın diplomatik kariyeri, Korutürk ve Özçelik kadar parlak da değil. Temmuz 2013’ten rehin alındığı Haziran 2014’e kadar Musul’da başkonsolosluk yapan Yılmaz, kurtarıldıktan sonra 1 Eylül Kararnamesi’yle muradına eriyor ve büyükelçi olarak Tacikistan’a atanıyor, bir iki gün sonra istifa edip 1 Kasım’da CHP’den milletvekili seçiliyor. Başkonsolosluktan CHP sıralarına kısa yoldan geçiş yapıyor.
Öncelikle şunu söyleyeyim, mezkur isimlerin veya başkalarının görevi bırakıp CHP’den veya herhangi bir partiden siyasete atılmalarında kendileri açısından bir sorun yok. Sorun daha ziyade Irak gibi sadece diplomatik değil siyasi bağlamı da olan kritik coğrafyalarda hükümetin dış politika vizyonu ile çatışan ve sonraki açıklamalarına bakarsak güven problemi de olan isimler üzerinden efektif icra faaliyeti yürütebileceğini düşünen hükümet kanadındadır. Sorunun mezkur isimlere bakan yönüyse sıfır maliyet ödeyerek, hükümet eliyle getirildikleri pozisyonlarda edindikleri bir kısmı mahrem kalması gereken politikaları ve icraatları, Türkiye hariciyesinin köklü geleneklerini çiğneyerek siyasi polemik malzemesine dönüştürmeleridir.
Irak’ta Başika kriziyle birlikte medyada boy gösteren bu isimlerden birisi hükümeti İslamcı dış politika yürütmekle suçlarken, İslamcı dış politika yürüten bir hükümetin neden kendisi gibi bir CHP’liyi en kritik zamanda Irak’ta tepe noktada görevlendirdiğini açıklamamış. Bir diğeri Türkiye’ye davet edilen Sünni aşiretlerden dert yanmış da kendisinin de dâhil olduğu rehinelerin izinin kaybedilmemesi ve nihayetinde burunları kanamadan kurtarılmasında bu aşiretlerin önemini anlatmamış. Birisi merkezi hükümetle sorunlu ilişkilerden bahsetmiş ama ilişkilerin bozulmasının ana sebeplerinden birisinin kendisi olduğunu söylememiş. Bir diğeri Türkiye’yi mezhepçilikle suçlamış ama son on senede Türkiye’ye davet edilen Şii grupları, Aşure’de Necef ve Kerbela’ya giden Davutoğlu’nu daha da önemlisi kendisinin de eleştirdiği bu politikaların kritik bir parçası olduğunu es geçmiş. Birisi Başika’yı Bağdat’tan habersiz kurduk demiş ama krizden birkaç gün önce kampı ziyaret edip kampı öven Irak Savunma Bakanı’nı görmezlikten gelmiş. Birisi ‘Musul’u alıp kime vereceksiniz?’ diye sormuş bir diğeri ‘600 askerle Musul’u mu kurtaracaksınız?’ demiş.
Bayat argümanlarının sığlığı ve siyasi polemik kokan bu argümanların en büyük çürütücüsünün kendilerinin işgal ettiği mevkiler olması bir yana bu argümanlarla Irak’ı bir boşluk içerisinde değerlendirdikleri ortaya çıkıyor ki bu da etikle birlikte kifayetin de sorgulanmasını gerektiriyor. Soluğu muhalefet partilerinde alıp, hükümeti daha önce çalıştıkları ülkeler üzerinden topa tutan bu isimlere bakınca doğal olarak ideolojilerinin ne ölçüde vazifelerinin ifasına halel getirdiğini düşünmeden edemiyor insan.
[Akşam, 28 Aralık 2015]