Esed Rejimi ve destekçilerinin, bugün sınırımıza dayanmış olan on binlerce Suriyeli sığınmacıyla gündemimize giren Halep saldırısının pek çok boyutu var. Bu boyutlardan belki de en belirleyici olanı, Suriye iç savaşının tarafı olan iki süper gücün 'krize siyasi çözüm' adı altındaki zımnî mutabakatlarıdır. Bu zımnî mutabakat, Rusya'nın Suriye'de kararlı, net ve yırtıcı tutumu ile ABD'nin kararsız, belirsiz ve değişken tutumunun kesişme noktasında oluştu. ABD'nin kararsız ve değişken tutumunu gözlemlemek için ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin 2014 yılından bugüne kadar Esed Rejimi hakkındaki beyanatlarına bakmak yeterli. Kerry'nin 2014 yılındaki "Esed sorunun kaynağı, mutlak surette gitmeli" noktasından, bugün "Esed kalabilir ve muhtemel bir ateşkesten sonra seçimlere de katılabilir" noktasına gelmesi, ABD'nin Suriye politikasındaki muğlaklığın özeti gibidir. Aynı zamanda Kerry'nin, Cenevre 3 öncesinde muhaliflere "Esed'le masaya oturmazsanız, bu güçlü dostunuzu kaybedersiniz" şeklindeki üstü kapalı tehdidi, ABD'nin Rusya'yla mutabakatından doğan 'siyasi çözüm'ü Suriye muhalefetine dayatmasının en belirgin tezahürü olmuştur.
ABD SURİYE MUHALEFETİNİN ALTINI OYUYOR
ABD'nin söylem düzeyinde geldiği noktanın, elbette savaş sahasında da yansımaları oldu. Bu yansıma da, askeri açıdan zaten sınırlı bir şekilde desteklenen belli bir kısım muhalefetin, Esed Rejimi'yle savaşma iradesinin zayıflatılması şeklinde oldu. Çoğunluğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tabanlı olan bu gruplar, İslamcı muhalif gruplarla aralarına mesafe koymaları yönünde bir baskıya maruz kaldılar ve kalmaya devam ediyorlar. 24 Ocak'ta en büyük ÖSO gruplarından Güney Cephesi'nin, Deraa'da rejime karşı etkili mücadele yürüten İslamcı grup 'Hareket Musenna'ya savaş ilan etmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. ABD'nin Suriye muhalefetinin altını oyan bu girişimlerine karşılık, Rusya'nın Suriye'ye bizzat girmek suretiyle Esed Rejimi'ne verdiği üst seviyedeki destek, askeri güç açısından muhalifler ile rejim ve destekçileri arasında gözle görülür bir dengesizlik oluşturmuştur. Bugün muhaliflerin Halep'teki kayıpları, bütünüyle söz konusu askeri güç dengesizliğinden kaynaklanmaktadır. Rusya'nın, İran destekli rejim güçlerinin kara harekâtları öncesinde muhalif hatları ağır hava bombardımanlarıyla 'yumuşatması' ve karadaki muharebe sürerken rejim güçlerinin saldırdığı muhalif hatları Yakın Hava Desteği (YHD) ile yoğun bir şekilde bombalaması, rejim güçlerine sürekli bir ilerleme imkânı tanımaktadır. Bu ilerlemenin en yakın ve vahim sonucu, 3 Şubat'ta rejim ve destekçilerinin, Halep kuzeyindeki Maarrasat El-Han köyünü ele geçirerek Türkiye'nin Halep'e ikmal yolunu kesmeleri olmuştur. Bugün Türkiye'nin sınırına dayanan on binlerce Suriyeli, bir yönüyle bu kaybın sonucunda harekete geçmiştir.RUSYA'NIN HALEP'TE GROZNİ STRATEJİSİ
Halep kuzeyinden Türkiye sınırına doğru göç eden on binlerce Suriyelinin, göç etmesindeki en büyük etken ise Rusya'nın bilinçli bir strateji olarak uyguladığı, sivil alanlara yönelik yoğun hava bombardımanlarıdır. Rusya'nın yakın bir zaman önce Lazkiye'deki Türkmen Dağı'nda da uyguladığı ve pek çok Türkmen köyünün haritadan silinme riskiyle sonuçlanan bu stratejinin, temelde iki amacı vardır. Bunlardan birincisi, Rus jetinin düşürülmesi sebebiyle Türkiye'ye bedel ödetmek adına, Türkiye'nin yoğun göç dalgalarıyla baskı altına alınmasıdır. Rus jetinin düşürülmesinin hemen ertesi günü Rusya'nın, Azez'de insani yardım tırlarını bombalaması ve buna ek olarak Türkiye'nin Suriye'deki nüfuz alanları olan Halep kuzeyi ile Azez koridorundaki sivil ve muhalif askeri alanları devamlı bir şekilde bombalaması, bu amacı ortaya koymaktadır. Bu stratejinin daha önemli ve ikinci amacı ise Suriye'de demografiyi, Rusya'nın müttefikleri lehine değiştirmektedir. Rusya bu amaca yönelik olarak, geçmişte Grozni'de 'taş üstünde taş bırakmamak' üzere uyguladığı hava bombardımanına benzer bir demografik savaşı, şu an Halep'te yürütmektedir. Bu stratejinin, bugün Halep'te yürütülmesi ise Halep'in Suriye iç savaşındaki merkezi konumuyla alakalıdır. Halep'in, "Suriye'nin İstanbulu" olması, "Halep'i alanın Suriye'yi alacağı" bir denklemi beraberinde getirmektedir. Suriye'deki hemen bütün cephelerde sadece iki farklı aktör birbiriyle mücadele ederken, Suriye iç savaşının bütün taraflarının (rejim, DAİŞ, PYD/YPG, muhalifler) Halep'te olması, bu denklemi doğrulamaktadır. Rusya, iç savaş sonrası Suriye'de kurulacak düzende ve şu an Cenevre 3 ve Münih'teki süreçte, Esed Rejimi'nin elini güçlendirmek amacıyla mümkün olan en fazla ve en önemli toprak parçalarını rejim ve müttefiklerinin hâkimiyeti altına sokmaya çalışmaktadır. Halep de bu hedefin en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.TÜRKİYE'NİN GÜVENLİĞİNE DİREKT TEHDİT
ABD'nin, Kasım ayındaki başkanlık seçimlerine bu kadar kısa bir süre kala, Obama Yönetimi'nin 8 yıldır itinayla koruduğu "Ortadoğu'da rizikolu askeri müdahalelere girişmeme" pozisyonunu bozması ihtimal dâhilinde gözükmüyor. Ayrıca ABD'nin, uzun bir süredir Suriye'deki asıl sorun ve tehdit algısını Esed Rejimi değil de DAİŞ'in oluşturması, ABD'nin Türkiye veya muhalifler lehine anlamlı ve oyun-değiştirici bir hamle yapma ihtimalini ortadan kaldırıyor. Zira ABD'nin, DAİŞ tehdidine karşı bulduğu çözümün PYD/YPG olduğu ve onlara yatırım yapmaya devam edeceği, şüpheye yer bırakmayacak şekilde en yetkili ABD makamlarınca teyit edilmiştir.Türkiye'nin ABD'nin desteği olmaksızın, kendi güvenliği ve çıkarlarını gözeterek tek taraflı bir biçimde Azez-Cerablus arasında bir 'güvenli bölge' kurma girişimi, Rusya ile doğrudan bir savaşı getirecektir. ABD ve NATO ise Türkiye ile Rusya arasında doğrudan bir savaş çıkarma ihtimali olan her adıma karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla bu şartlar altında, askeri güç, objektif ve materyal unsurlar açısından Rus hava desteğiyle karadan ilerleyen İran destekli rejim güçlerinin, Halep kuzeyini tamamen ele geçirip Türkiye ile sınır olmasının önünde hiçbir engel yoktur. Bu ise Türkiye'ye Rusya, rejim ve PYD/YPG kaynaklı taciz ve saldırıların artmasına yol açacaktır. Halep kuzeyinde muhaliflerin kaybettiği her mevzi, Türkiye'nin manevra alanını daraltmakta ve Türkiye'nin milli güvenliğine giderek daha yakın bir tehdit oluşturmaktadır.
[Yeni Şafak Düşünce Günlüğü, 15 Şubat 2016].