Bahreyn Meclisi 27 Mart’ta Hizbullah’ın terör örgütü listesine alınmasını oy çokluğu ile kabul etti. Hizbullah’ın Bahreyn’de yaşanan protestolarla ilgili sürekli açıklamalar yaptığı ve Şiilere destek verdiği hatırlandığında bu karar sürpriz sayılmaz. 2011 Şubat’ından bu yana Bahreyn kraliyet ailesi ve meclisi düzenlenen gösterilerden, ülkedeki siyasi istikrarsızlıktan ve reform çabalarının sonuçsuz kalmasından İran’ı sorumlu tutarak, isyanın mezhepsel boyutunu öne çıkardı. İki yılı aşkın süredir Halife yönetiminin aynı pozisyonu koruması, protestocuların amacının gerçekten ileri sürüldüğü gibi Şii devrimi yapmak, İran tarzı bir teokrasi ile yönetilmek ve Halife yönetimine zarar vermek olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor.
Bahreyn’de çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu muhalefet 14 Şubat 2011’de monarşi rejimine karşı, işsizlik ve konut sıkıntısı yaşandığı ve devlet kurumlarında Şiilere baskı ve ayrımcılık uygulandığı gerekçesiyle isyan başlattı. Her ne kadar ayaklanmanın başlarında gündeme getirilse de kısa bir süre sonra Bahreyn devrimi gerek Bahreyn ulusal medyası, gerek Arap televizyonları gerekse Batı medyası tarafından bölgedeki diğer devrimlerden etkilenmiş bir halk hareketi olarak değil de bir avuç insanın sokağa çıkıp gösteri yaptığı ufak bir kriz gibi yansıtıldı. Bu tutum Halife yönetiminin protestoları algılama biçimiyle de örtüşüyordu zira Bahreyn yönetimi, sokaklara dökülüp taleplerini dile getiren kitleyi ‘muhalefet’ olarak değerlendirmekten uzak, ulusal bir devrim hareketi olarak değil de mezhepsel ajandaya sahip, dışarıdan (İran’dan) yönetilen küçük bir grup olarak görmektedir. Hatta Bahreyn yönetimi 2001 yılında Şiiler arasındaki farklı siyasi ve dini grupları birleştiren bir şemsiye organizasyon olarak kurulan resmi El Vifak(1) Partisi’ni de İran’dakine benzer bir teokrasi kurmayı amaçlamak ve gösterileri düzenleme konusunda İran’dan emir almakla suçlamaktadır.
İsyana sebep olan sorun ve taleplerin başında meslek ve konut edinmede mezhepsel ayrımın yapılması geliyor.
İran’ın Şiiler üzerindeki dini etkilerini ve siyasi etkilerini birbirinden ayırmak gerekmektedir. İran’ın Şiilik geleneğiyle bağlantılı olarak dini anlamda etkili olması, bütün Şiiler üzerinde siyasi anlamda da etkisi olduğu anlamına gelmemektedir. Bu elbette İran’ın Bahreyn’deki hiçbir Şii grup üzerinde siyasi etkisi yoktur anlamına da gelmez. Fakat Halife yönetiminin iddia ettiğinin aksine El Vifak yetkililerinin açıklamalarından İran rejiminin siyasi bir model olarak benimsendiğine dair herhangi bir sonuç çıkarmak da mümkün değildir. Aksine parti tüm tarafların onayladığı anayasal (parlamenter) monarşiden yana olduğunu ifade etmiştir. Bu noktada asıl sorun İran’ın Bahreyn’i karıştırmaya çalışıyor olup olmamasından bağımsız olarak Halife yönetiminin kendi ülkesinde krizin sebeplerini görmezden gelerek, muhalefetin eleştiri ve taleplerini dışarıdan direktif alınıyor diyerek yok sayması, muhalif bütün grupları keskin bir şekilde Şiilerden müteşekkil sayması ve talepleri karşılıksız bırakmasıdır.
İsyana sebep olan sorun ve taleplerin başında meslek ve konut edinmede mezhepsel ayrımın yapılması, güvenlik birimlerinde Şiilerin üst düzey görevlere gelememesi, seçim bölgelerinin Sünni adayların kazanabileceği şekilde bölünmesi ve bilhassa son yıllarda demografik dengeyi değiştirmek adına yabancı ülkelerden gelen Sünnilere vatandaşlık verilmesi gibi ayrımcılığı sistematik hale getiren uygulamalar gelmektedir. Bütün bunlara rağmen Halife yönetimi meşruiyetini artıracak reformlar yapmak yerine gösterilerin küçük bir kriz olduğunu tekrarlamaya devam etmektedir. Bu bağlamda Halife yönetiminin büyük gösterilere mekân olan İnci Meydanı’ndaki İnci heykelini, isyana sembol olduğu için yıktırarak protesto hareketinin bittiği psikolojisi oluşturmaya çalışması dikkat çekicidir.
Bu tutumun son örneğini de Kral Hamad bin İsa El Halife’nin 10 Şubat’ta yeniden bir diyalog süreci başlatılması ve fakat son oturumu 10 Nisan’da yapılan toplantılardan somut herhangi bir sonuç çıkmamasında gördük. İlerleme kaydedildiği iddialarının aksine taraflarca yapılan açıklamalara ve gelişmelere bakıldığında ilerlemenin önündeki iki önemli engel olduğunu söylemek mümkün. Bunlardan birincisi muhalefet ve Halife iktidarının birbirine güvenmemesi, diğeri de her iki tarafın radikal kanatlarının sert söylemlerinin süreçte etkin olmaya devam ediyor oluşudur. Halife ailesinde reformcu ve muhafazakâr kanatlar arasındaki mücadele devam etmektedir. İsyanı mezhepsel bir tehdit olarak algılayan, ülkenin zenginliklerini elinde bulunduran ve hâkimiyetini kaybetme endişesi içerisinde olan Sünni-muhafazakâr kanat reforma yönelik ufacık bir adımın dahi iktidarı kaybetmeye sebep olacağını düşünmektedir. Öte yandan muhalefet çözüm gelmedikçe radikalleşen gençlik örgütlenmelerini ve radikal Şii söyleme sahip kesimleri diyaloğa ikna etmekte zorlanmaktadır.
Bunlardan hareketle, Halife ailesindeki reformcu kanadın ülkenin mobilizasyon kabiliyetine sahip olan en büyük partisi konumundaki El Vifak’ın liderliğini yaptığı diyalogcu muhalif kesimlerle somut adımlar üzerinden konuşarak köklü reformlar yapması ve katılımcı bir politika izleyerek mezhep siyasetinin ülkeyi ve uzun vadede Körfez’i kutuplaştırmasına izin vermemesi gerekmektedir.
- El Vifak ve bazı muhalif partilerle ilgili WikiLeaks belgesi için: http://www.guardian.co.uk/world/us-embassy-cables-documents/168471