7 Şubat ve 17 Aralık sonrasında, Gülen ve çevresi, ‘paralel yapı’ olarak kodlanan bürokrasi içindeki yeni vesayet odağı gerçeğinin AK Parti çevresinin mesnetsiz bir iddiası olduğunu, varsa bile böyle bir yapıyla herhangi bir ilişkilerinin olmadığını, kendilerini töhmet altında bırakan iddialarda bulunmak yerine suça bulaşan kişilerin tespit edilerek yargı önüne çıkarılması gerektiğini savunuyorlardı.
Gülen’in öncülüğünde gerçekleştirilen dini ve sivil faaliyetlerden memnun olan ve bu faaliyetlerin paralel yapı tehdidiyle aynı paranteze girmesine gönlü razı olmayan kesimler de, zor olduğunu bile bile, Gülen’in paralel yapıya mesafeli durmasını, en azından önderlik ettiği dini ve sivil yapıların paralel yapıya siper olmasını engellemesini bekliyorlardı.
Nihayetinde, yüz binlerce kişinin telefonları dinlenmiş, insanların mahremiyetine tecavüz edilmiş, devlet sırları kayıt altına alınarak kullanıma sokulmuş, birçok çevreye baskı ve şantaj yapılmış, devlet imkânları bir grubun çıkarlarına peşkeş çekilmişti. Bütün bunlar, bir dini cemaat veya sivil toplum hareketiyle bağdaştırılamayacak cürümlerdi. Bu eylemlerin herhangi birini bile dini ve toplumsal maslahatla bağdaştırmak mümkün değilken, hepsi birden işlenmişti.
Bu nedenle, 22 Temmuz operasyonu gerçekleştiğinde, paralel yapı gerçeği de Gülen-paralel yapı ilişkisi de bir kez daha doğruluk testine girdi. Gülen, yasa dışı dinlemeler, casusluk faaliyetleri ve darbe teşebbüsü gibi dini ve sivil hiçbir ilkeyle ilişkilendirilemeyecek suçlarla itham edilen kişilerin yargı sürecini izleyerek, varsa aksaklık, hak ihlali ve hukuksuzluklara kurumsal girişimlerle müdahalede bulunabilir, liderlik ettiği oluşumun dini ve sivil faaliyetlerini paralel yapı parantezinin dışında tutabilirdi.
Ancak, maalesef, öyle olmadı. 22 Temmuz operasyonu sonrasında Gülen çevresinin sahip oldukları maddi-manevi bütün enstrümanları seferber ederek canhıraş bir şekilde sürdürdükleri kampanya, paralel yapının varlığı ve kendileriyle ilişkisi hakkında öne sürdükleri iddiaları da kamuoyunun beklentilerini de geçersiz kıldı. 22 Temmuz operasyonu, hem emniyet içinde koordineli hareket eden bir ekibin varlığını hem de bu ekibin Gülen cemaatiyle organik bir ilişki içinde olduğunu gösterdi. Böylece, 7 Şubat ve 17 Aralık’tan beri, dillendirilen paralel yapının varlığı ve bu yapının Gülen ile ilişkisi hakkında herhangi bir şüpheye yer kalmadı.
Aslında, 17 Aralık operasyonu gerçekleştiğinden bu yana Gülen ve çevresinin takındığı tutum, bugünlerde Çağlayan Adliyesi önünde gösterdikleri performansa işaret etmişti. Gülen ve çevresi, 17 Aralık’tan bu yana, dini ve sivil faaliyetlerini-oluşumlarını paralel yapı iddialarından ayrıştırmak yerine, bilinçli bir strateji çerçevesinde kenetlemeyi, birleştirmeyi tercih etti. Gülen bütün yatırımlarını Erdoğan karşıtlığında kenetledi. Dini toplantılarda AK Parti dışındaki partilere oy verme çağrısı yapıldı, yurtta kalan öğrenciler gece yarısı beddua seanslarına zorlandı, yurtdışındaki kurumlar Erdoğan karşıtı lobi kurumlarına dönüştürüldü. Bu günlerde de, Çağlayan Adliyesi, Gülen’in dini, sivil ve bürokratik alanlarda biriktirdiği sermayenin cömertçe sergilenmesine sahne oluyor.
Bu durumun yarım asrı bulan Gülen oluşumu için yeni bir tarihi eşik olduğuna kuşku yok. Gülen ve takipçilerinin ‘camia’ veya ‘hizmet’ gibi jenerik terimlerle adlandırmaya özel bir hassasiyet gösterdiği, kamuoyunun ‘cemaat’ olarak kullandığı, aslında bu üç adlandırmayı da aşan oluşum, 17 Aralık’tan bu yana yeni bir evreye geçiş yapıyor. 22 Temmuz operasyonuna yönelik tutum, bu kararın kalıcılığını gösteriyor. Gülen, geçmişte de dönem dönem bu tür kritik kararlar aldı. Bu bağlamda, sivil toplum faaliyetlerine ağırlık verme, yurtdışına açılma, lobicilik yapma, gündelik siyasete müdahil olma kararları örnek gösterilebilir. Aldığı her kararla önderlik ettiği oluşumun niteliği, öncelikleri, gücü radikal bir şekilde değişti.
17 Aralık’tan bu yana da yeni bir dönemin işaretleri görülüyor. Uyuyan hücreleri uyandırarak hükümete darbe teşebbüsünde bulunmak riskli ve kritik bir karardı. O günden bu yana, verilen bu yanlış karardan geri dönme imkânını kullanmadığı gibi, yarım asırlık bütün yatırımlarını da bu karara siper etti. Çağlayan Adliyesi önündeki performans, Gülen ve çevresinin yeni bir evreye geçtiği gözlemlerini teyit etti. Başta Gülen’e gönül veren samimi insanlar olmak üzere bütün kamuoyu bu yeni döneme uyum göstermekte zorluk yaşayacaktır. Bu zorlukları görmeye, konuşmaya vaktimiz olacak.
Ancak, öncelikle, bundan böyle, Gülen ve çevresini eski ezberlerle, kodlarla okumayı sonlandırıp yeni bir bakış ve dil geliştirmek gerekir.
[Akşam, 31 Temmuz 2014]