30 Mart yerel seçimleri Cumhuriyet tarihinde yapılmış diğer yerel seçimlerden farklı olarak yerel projelerin, dinamiklerin ve aktörlerin en az etkili olduğu ve en az konuşulduğu bir seçim olarak tarihteki yerini aldı. Seçimlerin yerel seçim dinamiklerinden uzaklaşmasına 17-25 Aralık neo-vesayet girişimi neden oldu. 12 Eylül 2010 Referandumuna kadar vesayetle mücadele noktasında uyum içinde çalışan Gülen ve AK Parti, Yeni Türkiye'nin hangi dinamikler üzerinde ve kimin tarafından inşa edileceği konusunda karşı karşıya geldi. Başlangıç tarihi referandumdan hemen sonraya götürülebilecek bu ayrışma 17 Aralık operasyonuyla sıcak çatışmaya dönüştü.
Gülen ve çevresi, çatışmanın zeminini yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerinden kurarken, AK Parti devlet içinde paralel bir yapı olduğunu, bu yapının ülkenin istikrarını hedef aldığını ve seçilmiş hükümeti siyaset dışı unsurlarla devirmek istediğini dillendirdi. Dolayısıyla, süreç büyük bir güç mücadelesine dönüştü. 30 Mart seçimleri ortaya atılan iddiaların bir sınaması olarak değerlendirilecek olursa, seçmen, AK Parti'nin iddialarını haklı bulmuş ve seçilmiş iktidarın gayri meşru bir operasyona maruz kaldığını ifade etmiştir.
30 Mart seçimlerini anlamak için son bir yıl içinde vuku bulmuş, birbiri ile kolaylıkla ilişkilendirilebilecek iki farklı olayı birlikte değerlendirmekte fayda var: Gezi eylemleri ve 17-25 Aralık operasyonu. Michel Foucault'ya göre, güçlerin çarpışması ve mücadeleye girişmesi sonucunda ortaya çıkan şey özgürleştirici olduğu kadar öznelliklerini gerçekleştirme alanı da açar. Gezi eylemleri bu açıdan değerlendirildiğinde, siyasal anlamda temsil sorunu yaşayan kitlelerin kendilerine yeni bir alan açma çabası olarak da okunabilir. Ancak Gezi eylemlerinin hem sebebi hem de açmazı olan siyasal temsil sorunu, 17-25 Aralık operasyonuyla Gülen hareketi öncülüğünde siyasete kanalize edilmeye çalışıldı.
Temsil sorunu yaşayan sokak gücü, temsil kabiliyeti olmayan siyaset dışı bir unsur tarafından temsil ediliyormuşçasına siyasetin nesnesi haline getirildi. İktidara duyulan arzu ise siyasi aktörleri, kendi özgün oyunlarını kurmasına engel oluşturduğu gibi siyasi bir özne olmaktan çıkarttı. Dolayısıyla, güç mücadelesinin asıl tarafı olan Gülen cemaati hem Gezi Parkı eylemlerinin öznelleştirici tarafını bertaraf etti hem siyasi aktörleri etkin figürler olmaktan uzaklaştırdı.
Gezi Parkı eylemlerinin ortaya çıkarttığı sokak enerjisi ile yolsuzluk ve rüşvet iddialarının birleşmesiyle seçilmiş hükümetin devrilmesi ve alaşağı edilmesi kolay olacaktı. Bu noktada edilgen bir rol üstlenen muhalefet, hükümete yöneltilen iddiaların seslendirildiği bir zemin olmaktan öteye geçemediği gibi bu siyasal mühendisliğe kendini teslim etti. Siyaset dışı bir gücün diline teslim olmuşluk hali muhalefetin kendine ait yeni bir dil geliştirme imkânını da oldukça zora sokmuş görünüyor.
Siyasal muhalefetin, hükümet-Gülen arasındaki güç mücadelesine edilgen ve tamamen AK Parti hükümetinin alaşağı edilmesi tepkiselliğinde katılması ve Gezi'deki siyasal enerjinin de bu noktaya kanalize olması, Gezi Parkı eylemleri sonrasında ortaya çıkma potansiyeli taşıyan öznellikleri de ihtimal dışı bırakmıştır. AK Parti hükümetine karşı ortaya çıkan bu tepkisellik, muhalefeti birleştirirken farklılıklarını yok edici bir işlev üstlenmiştir.
30 Mart seçimlerinin