Biden geldi "PYD" dedi, havalara uçtular. "Cenevre görüşmelerine PYD davet ediliyor" haberleri çıktı, sevinçten çılgına döndüler.
Moskova'da, Şam'da yahut Kandil'de oturanlardan bahsetmiyorum. Bunların bir kısmı TBMM çatısı altında milletvekilliği yapıyor. Bir kısmı Türkiye üniversitelerinde akademisyen. Bir kısmı medya mensubu. Ama istisnasız hepsi Türkiye vatandaşı! Hepsi pek bir muhalif! Türkiye'nin geriletildiğini, dış politikada mevzi kaybettiğini düşünüp mutlu oluyorlar.
Okuduğum, tanıdığım, izlediğim ne kadar grand-strateji uzmanı varsa hepsi bir konuda mutabık: Yeni bir Ortadoğu inşa ediliyor. Bırakalım Soğuk Savaş'ın sona erdiği tarihten bu yana Ortadoğu'da yaşananları. Hatta ve hatta 11 Eylül saldırılarından bu yana tanıklık ettiklerimizi de koyalım kenara. Sadece Arap devrimleri sonrasında gündeme gelen iktidar mücadeleleri bile Ortadoğu'daki yeni düzen arayışının boyutlarını ortaya koymaya yeterli.
Aklı başında herkes, bölgemizde dengelerin alt üst olduğunu yeni bir düzen arayışı ile karşı karşıya olduğumuzu görüyor. Görüyor görmesine de, iş somut krizlere, güncel gerilimlere ve onlara dönük somut siyasi adımlara gelince bu gerçek zaman zaman unutuluyor.
Türkiye'nin dış politika önceliklerini ve tavır alışlarını değerlendirenlerin bir kısmı gerçek dünyadan kopuyorlar. Yeri geliyor Türkiye'ye "süper-güç" muamelesi yapıyorlar. Yeri geliyor, ona "kendi çıkarını gözeten bir özne" statüsü tanımaktan bile imtina ediyorlar.
Türkiye ya tarih-üstü bir özne olarak görülüyor. Ya da hiçbir pazarlık şansı olmayan tam bağımlı bir unsur gibi ele alınıyor. Bunlar yanlış algılar. Bunlar üzerinden yapılan hesaplar da bir o kadar yanlış.
Ortadoğu düzenini arıyor. Kendi başına da değil bu arayışta. Bölge dışı aktörler de müdahil bu düzen arayışına.
Karşı karşıya kaldığımız yeni Ortadoğu gerçekliği her şeyden önce ağır insani krizlerle malul.
Fiilen bölünmüş devletler ve iç savaşlar bu yeni gerçekliğin önemli bir cüzü.
Fanatizmin yükseldiği ve ne yazık ki giderek normalleştiği bir Ortadoğu var karşımızda.
Zbigniev Brzezinski'nin "Avrupa'nın 400 yıl önce yaşadığı mezhep savaşlarının arifesinde" dediği bir Ortadoğu bu.
Bir araya gelmesi mümkün olmadığı düşünülen aktörlerin ittifak ilişkisi kurduğu bir coğrafya. Hasan Bülent Kahraman, "dünya tarihinde ilk kez ABD ve Rusya Ortadoğu'da birlikte siyaset yapıyorlar" demiş ki, çok haklı.
Düzenini bulamayan bu Ortadoğu gerçekliği içinde Türkiye de, süreçte yer alan bütün aktörler gibi çıkarlarını maksimize etmeye çalışıyor. Fakat çevresindeki aktörlerden farklı olarak değer odaklılığını da sürdürüyor. Bu değer odaklılık ise, bir kültürel özcülükle kayıtlı değil. İnsani krizlere duyarlı bir perspektifi var Türkiye'nin.
Bu perspektif içinde Türkiye, kendi çıkarları gereğince PYD'ye/ PKK'ya ve Esed rejimine karşı bir tutum takınıyor. Rusya'nın yayılmacı politikasını yine bu eksende değerlendiriyor.
Esedciler, PKKlılar, Putinperestler elbette Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak isteyebilirler. Aidiyetleri bunu gerektiriyor olabilir. Ancak, tarihin bu kritik evresinde, ülkesinin milli menfaatlerini gözeten herkes Türkiye'ye içeride ve dışarıda yürüttüğü bu mücadeleye destek vermek durumunda. Türkiye'nin daha iyi nasıl sonuç alabileceğine ilişkin elbette farklı yol ve yöntemler önerilebilir. Fakat Türkiye'nin köşeye sıkışmasından zevk almak, bunun için uğraşmak kabul edilemez.
Evet, esas mesele bu, gerisi hikâye!
[Sabah, 28 Ocak 2016].