“Günümüz gençliği lüksü seviyor. Davranışları kötü; büyüklerine karşı saygısızlar ve sadece lak lak etmeyi biliyorlar, büyükleri odaya girdiğinde artık ayağa kalkmıyorlar; ana babaları ile çatışıyor, öğretmenlerine kafa tutuyorlar ve sadece tüketmeyi biliyorlar.” Sokrates
Antik dönemdeki gençlik değerlendirmesinin günümüz gençlik halleri ile bu denli benzerlik göstermesi tesadüf olabilir mi? Tesadüf olmadığı aslında ortada, öteden beri gençlik kavramının semantiği çok değişmiş durumda değil. Sokrates’in gençlerle ilgili şikâyetlerinin her birini her gün tecrübe etmekteyiz. Lükse düşkünlük, aşırı tüketici davranışları, üretimde yer almama, iş beğenmeme, ebeveynler ve öğretmenleri ile yaşanan çatışmalar gibi sorunlar antik dönemden beri benzerlik göstermesine rağmen halen bu sorunların var olması ve bir çözüme kavuşturulamaması bu işin sosyolojisi gereği midir? Yoksa bu sorunların var olması stratejik olarak gençlerin pasifize edilmesi için kimilerinin yararına mıdır?
Öncelikle Türkiye özelinde bir değerlendirme yaparsak; Türkiye’nin en önemli ve en güçlü unsurlarından biri dinamik genç nüfusudur. Özellikle genç nüfus krizi yaşayan Avrupa ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin potansiyelinin ne denli büyük olduğu görülebilir. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakıldığında bu büyük genç potansiyelinin şimdiye kadar daha çok bir tehdit unsuru olarak ele alındığını söyleyebiliriz. Henüz yavaş yavaş gençlik, bir fırsat olarak görülüyor. Daha yirmi-otuz yıl önce gençlik algısı anarşistten veya irticacıdan ibaret olup, bu gençler üniversitelerden kovalanıp soluğu nezarethanede alıyorken, günümüzde gençler saçından, sakalından, küpesinden, eteğinden, başörtüsünden dolayı kimse ile polemiğe girmiyor. Ve üniversite sayılarının son yıllarda artış göstermesi ile istedikleri yükseköğretim kurumuna da yerleşebiliyorlar. Bu anlamda gençlerin yaşama alanlarının yirmi-otuz yıl öncesine kadar çok daha geniş ve özgür olduğu rahatlıkla ifade edilebilir.