FETÖ hakkında farklı yorumlar yapılabilir ancak şu gerçek reddedilemez: FETÖ milli iradenin tecessüm ettiği siyaset kurumunu devre dışı bırakmaya çalışan anti-demokratik bir örgüttür. Bir toplumda azınlık konumunda bulunan birçok iktidar odağı gibi FETÖ de bu yolu takip etmiştir. Siyaset kurumunu zayıflatacak ve millet iradesine set çekecek her türlü yolu denemiştir.
FETÖ'nün öncelikli olarak sivil ve askeri bürokratik kurumlarda çöreklenmeyi seçmiş olması bu yüzden şaşırtıcı değildir. Siyaset ve sivil toplum alanındaki yapılanması ise daha çok bürokratik merkezi besleme amacıyla tasarlanmıştır. Dolayısıyla, FETÖ'nün bir siyasi ayağı olabilir ancak bu siyasi ayak siyaset kurumunu ve milli iradeyi güçlendirmeyi değil, tam tersine siyasete sızarak bu ikisini zayıflatmayı hedeflemiştir. FETÖ mensuplarının 15 Temmuz'da gözlerini kırpmadan millete, cumhurbaşkanlığı külliyesine ve milletin meclisine kurşun sıkmasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz? "FETÖ'nün siyasi ayağı" adı altında bir tartışma başlatarak siyaset kurumunu yıpratmak isteyenler bu noktada yanılmaktadır.
O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Türkiye'de siyaset kurumunu ve milli iradeyi kasıtlı olarak kim zayıflatmak isterse bilerek ya da bilmeyerek FETÖ'nün değirmenine su taşır. Ya da zamanın FETÖ'sü her ne ise ona bir şekilde kol kanat germiş olur. Siyasi ayak tartışmasında asıl odaklanılması gereken yer de burasıdır.
FETÖ'yle mücadelede kilit nokta bu örgütü doğuran yapısal şartları değiştirmekten geçmektedir. Ülkenin bağımsızlaşması için kararlı adımlar atmaya ve devlet-millet yabancılaşmasını yatıştıracak hamlelere devam edilmelidir. İç siyasette bürokrasinin doğal sınırlarına geri çekilmeye ikna edilmiş olması ve bu sürecin başkanlık sistemine geçişle taçlandırılması devlet-millet yabancılaşması sorununu gidermeye yönelik önemli hamleler olmuştur. Bundan sonraki süreçte, mevcut bürokrasi-siyaset dengesinin korunmasıyla ve siyasi sistemi millet iradesi etrafında kurumsallaştıran başkanlık sisteminin muhafaza edilmesiyle bu sorun büyük oranda ortadan kalkacaktır.
Dış siyasette ise Batıcı ya da Avrasyacı değil, Türkiye ekseninde bir güvenlik ve dış politika perspektifiyle hareket etmek bağımsızlığımız için elzemdir. Elbette uluslararası siyasette mutlak bir bağımsızlıktan bahsedilemez. Bağımsızlık bir defada kazanılıp kaybedilen bir şey olmayıp, üretilmesi için sürekli çaba sarf edilmesi gereken bir durumdur. Bunun için ülkenin bir yandan askeri ve ekonomik gücünü artırması diğer yandan da hareket serbestisini sağlayacak esnek ittifak ilişkileri gözetmesi gerekir. Aynı şekilde, uluslararası siyasette tamamıyla bağımsız bir devlet bulmak da zordur. Bağımsızlık düzeylerinden bahsetmek daha doğru olur. Büyük güçlerin görece daha bağımsız hareket edebildiği düşünüldüğünde, Türkiye'yi büyük güçler kulübünün bir üyesi yapmak için kalkınma hamlelerinin yanı sıra hem elit hem de toplum düzeyinde daha güçlü bir birlikteliğin sağlanması lazımdır.
Siyaset-bürokrasi dengesini bürokrasi lehine bozmaya çalışan, "güçlendirilmiş" ya da "özgürlükçü" parlamenter sistem adı altında millet iradesini ve başkanlık sistemini hedef alan, Türkiye'yi Batı ya da Rus-Çin yörüngesine sokmaya çalışan, Türkiye'nin dış politikadaki bağımsızlık hamlelerini "Ortadoğululaşmak" ya da "yeni-Osmanlıcılık" olarak yaftalayanlar FETÖ olgusunu doğuran yapıları bilerek ya da bilmeyerek yeniden üretmek istemektedir. Türkiye'de iktidar mücadelesinin ana cephesini bu ayrışma oluşturmaktadır: Bir tarafta statükoyu diriltmek isteyenler diğer tarafta ise reformcular.
[Sabah, 16 Şubat 2020].