Aslında Amerikan iç politikası ve Amerika içindeki gelişmeler dünyada çok da yankı bulmaz. Tıpkı dünyadaki gelişmelerin Amerikan toplumunda karşılığının oldukça zayıf olması gibi. Başkanlık ve Kongre seçimleri ve belli başlı skandallar haricinde tüm küreselleşme dalgalarına rağmen Amerikan toplumu ve iç dinamikleri dünyanın pek de haberdar olmadığı unsurlar arasında yer alır. Ancak son yıllarda gittikçe artan bir şekilde Amerika bazı kriminal vakalar ile gündeme gelmeye başladı. Önce okullara yapılan silahlı saldırıların sayısında görülen ciddi artış ABD’deki bu sorunu dünya gündemine taşırken bir yandan da polisin aşırı güç kullanımı ve özellikle Afro-Amerikan gençlere karşı hem güvenlik birimlerinde hem de adli mekanizmalarında sergilendiği söylenen ayrımcılık Amerika’nın algılanmasında en önemli belirteçlerden biri haline geldi. Ortaya çıkan tabloda, Amerika’nın gerilemesi ile ilgili yazılıp çizilenlerde değinilen, altyapı, eğitim ve ekonomik problemlerin dışında ABD’yi içten içe kemirebilecek saklı bir fay hattının varlığı da gözler önüne serilmiş oldu.
Bütün dünya son iki haftadır dünyanın süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleri’nde mahkemelerin polisin aşırı güç kullanması ve ölümlere sebep olması konusunda verdiği kararlar sonrasında yaşanan gösteri ve protestoları konuştu. Film sahnelerindekine benzer olaylar, yağmalamalar, protestolar Amerika’nın belli başlı şehirlerinden tüm dünyaya yayıldı. Dünya Amerika’yı izlerken Amerikan toplumu da uzun zaman sonra, belki de benzer bir sebeple başlamış 1982 Los Angeles isyanlarından sonra, ilk kez aynada kendini bu kadar apaçık gördü. Katrina Kasırgası’ndan sonra Afro-Amerikalı’ların sınıfsal olarak yaşadığı geri kalmışlığın gözler önüne serilmesi sonrasında yaşanan ayrımcılık ve eşitsizlik tartışmaları daha çok kimliksel bir boyut kazanarak yaşam hakkının farklı bir şekilde ihlali üzerine bir tartışmanın ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sırada tabi en büyük yaralardan birini de Amerikan hukuk sistemi ve adalete olan güven almış oldu. Filmlerde birbirinden jön, birbirinden karizmatik avukatların ve savcıların adalet dağıttığı Amerikan hukuk sisteminin pulları arka arkaya verilen kararlar sonrasında tüm dünya önünde dökülmeye başladı.
GÜVENLİKÇİ PARADİGMA
Geçtiğimiz Ağustos ayı içinde Michael Brown adlı silahsız siyahi bir gencin beyaz bir polis tarafından altı yerinden vurularak öldürülmesi, bu olay sonrasında cesedin dört saat boyunca sokakta kalması, ölüme sebebiyet veren olayın görgü tanıklarının çelişkili ifadeleri, savcının alışılmadık bir şekilde iddianame yazmadan topu jüriye atması ve jürinin polisin yargılanmasına gerek olmadığı konusunda karar vermesinin yarattığı toplumsal tepkiler henüz yatışmamışken bu sefer Cleveland şehrinde 12 yaşında yine bir Afro-Amerikan çocuğun oyuncak silah ile parkta dolaşırken polisin uygun bir şekilde uyarmadan açtığı ateş sonucu öldürülmesi tüm Amerikan halkına dejavu yaşattı. Film ve romanlarda karşılaşılan cinsten olaylara tanık olan Amerikan kamuoyu Cleveland’daki parkın güvenlik kameralarından dünyaya yayılan görüntülerle yeni bir şok yaşadı. Büyük şehirleri esir alan kriminal örgütlerden kurtulmak ve artan suç oranıyla mücadele etmek adına yetkileri artırılan güvenlik birimleri için silah son çare değil ilk araç olmuş ve ‘olağan şüpheli’ olarak görülen bir kısım Amerikan vatandaşı da bu mücadelenin hedefine oturtulmuştu. Bu ‘güvenlikçi paradigma’nın icraatları sayesinde kısa zaman içinde ‘Herkese adalet’ şiarını ulusal kimliğinin bir parçası olarak gören ve karanlık ırk ayrımcılığı politikalarını Afro-Amerikan bir başkan olarak seçerek aştığını sanan Amerikan toplumu bir anda daha yapısal, ekonomik ve sınıfsal adaletsizlikle sarmalanmış ve hukuk sistemindeki sorunlarla derinleşmiş bir problemi karşılarında bulmuştu.
SİYAHİ BAŞKAN'A RAĞMEN
Başkanı ve Adalet Bakanı Afro-Amerikan olan bir ülkede belki de Seattle olaylarından sonraki en büyük toplumsal gösterilerinin temelinde ırk ayrımcılığı olan bir sebeple gerçekleşmiş olması aslında Amerika hakkında iki farklı resminde bir araya gelmesine sebep oldu. Bir yanda bundan 40-50 sene öncesinde hayal bile edinemeyecek bir şekilde siyasi iktidarın ve yönetimin en kilit pozisyonlarına ulaşan Afro-Amerikanlar ABD’nin bu konuda katettiği mesafeyi ortaya koyarken öte yandan da arka arkaya yaşanan vakalar ve toplumsal gösteriler bazı şeylerin aradan geçen onyıllara rağmen hala aynı olduğunu gözler önüne serdi. Bunun yanında daha da küreselleşen medya ve yaygınlaşan sosyal medya ile bu sefer bu manzara tüm dünyaya aynı anda yayıldı. Dünyanın diğer ucunda Hong Kong’da demokrasi taraftarı göstericilerin direnişini ve polis şiddetini ekranları başında izleyen milyonlar bir yandan da ABD’de polisin aşırı güç kullanımı ve sonrasında hukuk sisteminin yol açtığı kargaşa sonrasında meydana gelen gösterilere şahit oldu.
Ferguson olayları sonrasında yapılan sağduyu çağrıları ve hukuki mekanizmaların işletilmeye devam edeceği konusunda verilen garantiler gösterileri yatıştırmaya başlarken bu sefer New York eyaletinde Ferguson olayındakine benzer bir mahkeme kararı Amerikan kamuoyunda ırk ilişkileri, polis şiddeti ve hukuk sistemindeki sorunlar tekrar gündemin öncelikli maddesi haline getirdi. Eric Garner adında siyahi bir Amerikalının, polis tarafından tutuklanmaya çalışılması sırasında New York eyaletinde polisin kullanmasının yasak olduğu bir zor kullanma şeklinin uygulanması sonucunda hayatını kaybetmesi yeniden sokak gösterileri ve protestolara sebep oldu. İki olaya adli makamların ve jürinin yaklaşımındaki benzerlik ve problemler dışında Eric Garner vakasını oldukça sorunlu kılan unsurların başında olayın baştan sona cep telefonu kamerasıyla kaydedilmiş olması geliyordu.
FAY HATTI DERİNLEŞİRSE
Geçtiğimiz yaz aylarında meydana gelen ve bir anda milyonlarca insanın erişimine sunulan videoda tek dal sigara satmakla suçlanan 43 yaşındaki Eric Garner çevresinde bulunan polisler tarafından tutuklanmak isteniyor ve bu sırada polis memurlarından biri Eric Garner’ın ısrarla nefes alamadığını söylemesine rağmen arkasından boğazını sıkarak Garner’ı kontrol altına almaya çalışıyordu. Garner olaydan birkaç dakika sonra kendinden geçiyor ve sonrasında hayatını kaybediyordu. Yapılan otopsi sonrasında polis tarafından uygulanan bu yasadışı zor kullanma Garner’in ölüm sebebi olarak görülmüştü. Bunun yanında Michael Brown olayını jüri ve adli makamlar için zorlaştıran çelişkili tanık ifadeleri ve belirsizliğe karşın Garner vakasında yaşanan hukuk dışı zor kullanma ve olay sonrasında polisin ihmalinin net bir şekilde kaydedilmişti. Normal şartlarda ciddi bir cezayı gerektirecek bu olay jüri tarafından Michael Brown vakasında olarak değerlendirildi. Çarşamba günü verdiği kararla jüri üyeleri bir kez daha polis memurunun tutuklanması için bir sebep olmadığı yolunda karar verdi. Olay bir yandan hala oldukça taze tartışmaları ve polemikleri daha da canlandırırken öte yandan da Amerika’da özellikle azınlıkların hukuka ve adalete olan güvenlerindeki sorunu daha da derinleştirdi. ABD’de de kararın açıklandığı Çarşamba gününden itibaren büyük şehirlerde protestolar yeniden başladı.
Geldiğimiz noktada olayın hukuki boyutu hala ciddi bir tartışma konusu ve açılacak federal soruşturmalar daha sonraki dönemde konu hakkında daha fazla ayrıntı ortaya çıkaracak. Ancak olayların kimliksel, sosyal ve ekonomik yönü şimdiden ABD’deki en önemli ve çözümü en çetrefilli fay hattını ortaya çıkardı bile. Bundan sonrası için ABD tüm dünyanın gözleri üzerindeyken yeni bir sınav verecek. Hasıraltı edilerek ve üstü örtük bir yaraya sadece yara bandı tarzı kısa vadeli çözümlerle müdahale Amerikan toplumuna ve dünyadaki Amerikan algısına onarılmaz hasarlar verebilir. Bu noktadan sonra mevcut davalar ve mahkeme kararlarına duyulan tepki yeni bir yüzleşmeyi gerekli kılıyor. Şatafatlı sözler, yeminler ve sloganik ifadelerinin örttüğü eşitsizlik ve adli fiyaskolarla hesaplaşma bu yüzleşmenin ilk adımı olacak.
[Star Açık Görüş, 7 Aralık 2014]