PKK'nın tek taraflı ve resmen ilan ettiği, güvenlik kuvvetlerinin ise fiilen uydukları eylemsizlik süreci, son anda uzatılırken nihai karar haftaya ertelendi. Pazar günü Ankara'da toplanan sürpriz güvenlik zirvesinin ardından KCK tarafından uzatılan eylemsizlik süreci gözleri bir kez daha Abdullah Öcalan ve PKK'ya çevirdi. Güvenlik zirvesi sonrası yapılan yazılı açıklamada, terör meselesi ve ülkenin iç ve dış güvenliğinin ele alındığı ilan edilse de temel gündemin 'eylemsizliğin sona ermesi' olduğu muhakkak. Eylemsizliği son anda uzatan örgüt, bunu KCK tarafından kamuoyuna duyurarak devlete ve siyasete mesaj vermeye çalışıyor. Kürt meselesi hakkında toplumsal farkındalığın bu derece yükseldiği ve sorunun yönetilmesinin zorlaştığı bir dönemde 'Bundan sonra ne olacak?' sorusu hayati bir anlam ifade ediyor. Eylemsizlik devam edecek mi, yoksa yeni bir şiddet dalgası mı yükselecek? Eylemsizliğin devam etmesinin veya şiddetin yeniden başlamasının toplumsal/siyasal sonuçları olacak mı? Eylemsizliğin kalıcı olması durumunda belli ki fazla bir problem yaşanmayacak ve sorunun bir kez daha demokratik yollardan çözümü denenecek. Aksi durumda ise sorun öngörülmedik biçimde büyüyecek ve tamamen kontrol edilemez hale gelecek. Bu anlamda haftaya ertelenen karar her ne yönde olursa olsun hem Kürt meselesinin hem de Türkiye'nin geleceğini derinden etkileyecek.
Eylemsizliğin son bulması durumunda örgüt, silahlı güçleriyle dağda eylem yapmakla kalmayacak aynı zamanda ilk kez 1992 Nevruz'unda yaptığı gibi halkı cepheye sürme stratejisini hayata geçirmek isteyecektir. Örgüt yeni dönemde şehir yapılanmaları aracılığıyla halkı alanlara sürerek sivil itaatsizlik eylemlerine hız verecektir. Öcalan, son dönemdeki görüşme notlarında bu türden eylemlerin yapılacağına dair ipuçları verirken, diğer taraftan ısrarla kendisinin aradan çekileceğini ve bu dönemin son şans olduğunu söylüyor. Öcalan'ın son dönemdeki açıklamalarının kodları çözüldüğünde temel talebinin 'muhataplık' olduğu açık biçimde görülüyor. Siyasal felsefesini 'teoride ilkeli, pratikte esnek' olarak tarif eden Öcalan, yaptığı taktik hamlelerle her defasında kendini öne çıkarıp, Kürt hareketi üzerindeki inisiyatifini güçlendiriyor.
PKK, strateji ve taktik değişikliğine gidiyor...
Sandık boykotu ile başlayıp okul boykotu ile devam eden PKK'nın taktik değişikliğinin ilk işaretleri Öcalan'ın görüşme notlarının satır aralarında görülüyor. 1994 yerel seçimlerine girmeyip seçimi boykot eden DEP, o gün Kürtlerin sandığa gitmesine engel ol(a)mamıştı. Bugün gelinen noktada hareketin 1994'teki seçime katılmama tavrının ötesine geçip, tümden seçimi boykot eder hale gelmesi, sağlanan özgüvenin önemli bir göstergesidir. Okulların boykot edilmesi kararı yeni dönemin ilk adımlarından birini oluşturuyor. Belli ki bu tür hamleler artarak devam edecektir.
Kamuoyunun bir kısmı okul boykotuna katılımın düşük olduğunu ifade ederken, esas tartışılması gereken hususu gözden kaçırıyor. Burada tartışılması gereken temel mesele, bu türden boykotlara katılımın yüzdesi değil, bizatihi boykotun kendisi. Unutmamak lazım ki; PKK da 1991 yılına kadar dağda duran birkaç yüz kişiden ibaret bir örgüttü. I. Körfez Savaşı bölge dengelerini bir anda değiştirdiğinde PKK da kendisine hiç ummadığı bir hayat alanı buldu ve bir anda hem strateji hem de taktik değişikliğine gitti. Devlet bu türden eylemlere toptan son verecek nihai adımı atmadığı sürece bu türden taktik hamleler devam edecektir.
Türkiye, PKK'yı zamanında, nesnel kriterlerle tanımlayıp gerekli stratejiyi tayin etmediği hatta örgütü ciddiye almadığı için büyük bedeller ödedi. Aynı hatalı yaklaşım aslında bugün de geçerli. Bu defa örgüt ciddiye alınıyor ancak örgütün sağladığı özgüven, kat ettiği sosyal mesafe ve mücadele yönteminde yaptığı değişiklikler fazla görülmek ve kabullenilmek istenmiyor. Devletin bu siyasetsizliği ve ikircikli tavrı öncelikle Kürtleri iki ateş arasında bırakırken aynı zamanda ülkenin özgül ağırlığını yitirmesine yol açıyor.
DTP'nin kapatılması sürecinden başlayarak Öcalan'ın, son dönemde verdiği talimatlarla liderliğini öne çıkarması ve taban üzerindeki nihai karar mercii haline gelmesi, kısa vadede çözüm için fırsatlar sunsa da uzun vadede faydadan çok zarar verebilir. Öcalan'ın, Ankara'nın değişen aktörleri karşısında değişmeyen unsur olarak varlığını sürdürmesi, son on yıldır konu üzerine olabildiğince yoğunlaşması, onu dikkate alınması gereken bir figür haline getiriyor. Ancak bu noktada Öcalan'ın aktörlüğüne karşı toplumda oluşan aşırı duygu birikiminin kontrolsüz bir öfke olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Öcalan konusunda atılacak en küçük bir yanlış adım, öngörülmeyen sorunlara yol açarak çözümsüzlük duvarını güçlendirebilir.
Bayramdan bir gün önce 9 militanın hayatını kaybetmesi ve geçen hafta Hakkâri Geçitli köyünde meydana gelen zaman ayarlı provokasyonlar aslında yeni dönemde olacakların işaretlerini veriyor. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın büyük gayretleriyle gündeme getirilen ilk ateşkesin Bingöl'de 33 erin şehit edilmesiyle son bulması ve sonraki dönemde içine girilen akıl tutulması ülkeye ağır bedeller ödetirken, sorun yapısal bir nitelik kazandı. Dün, karanlık eller tarafından sabote edilen barış bugünkü kontrol edilemez şartları doğururken; bugün gerçekleştirilemeyecek bir eylemsizlik dünkünden çok daha büyük ve kalıcı sonuçlar doğuracaktır.
Ankara'nın terörle mücadele stratejisi olmaması nedeniyle ilan edilen her eylemsizlik sonrasında örgüt daha büyük kazanımlar sağlamış ve eylemlerine kaldığı yerden devam etmiştir. Ankara'nın geçen 30 yıla rağmen ne yapacağına bir türlü karar verememesi, PKK'nın sempatizan halkasını büyütmesine yol açmıştır. Devlet, örgütün elindeki silahı almak bir yana, elindeki silahı bırakmaması için elinden geleni yapmıştır. Peki PKK ve onun şehir yapılanması konumunda olan KCK, her defasında bir süre sonra iptal ettikleri tek taraflı eylemsizlikle ne yapmak istiyorlar? Bu sorunun uzun ve bu yazının kapsamını aşan bir cevabı var. Ancak en yalın ifadesiyle PKK ve onun sivil unsurları, bu türden taktik hamlelerle Abdullah Öcalan'ı muhatap kılmak ve liderlerinin durumunu iyileştirmek istiyorlar.
PKK'yla mücadelede sonbahar sendromu
Türkiye, en son yüz yıl önce Makedonya sorununda ve daha birçok olayda görüldüğü üzere sorunu hafife alıp önemsemeyerek kendi eliyle kendi başını sıkıntıya sokmuştur. Başından itibaren PKK'yı ciddiye almayan, toplumsal mütekabiliyetini çözemeyen ve meseleye güvenlik raporları penceresinden bakan bir kısım yöneticiler, örgütün kendisinden daha tehlikeli olmuşlardır. Problemle bir türlü yüzleşmek istemeyen devlet, meseleyi sürekli öteleyerek zaman içinde hem taleplerin yükselmesine neden olmuş hem de sorunun toplumsal bir nitelik kazanmasına yol açmıştır. Gelinen noktada devlet bazı adımları atmak istese de toplumun önemli bir kısmının bunlara karşı olduğu ampirik araştırmalarda açık biçimde görülmektedir.
PKK'nın eylemlerinin döngüsel seyri analiz edildiğinde iki temel şiddet dalgasının olduğu görülmektedir. Birinci dalga, karların erimesi ve militanların ülkeye giriş yaparken yaptıkları bahar dönemi eylemleridir. Bu eylemler çoğunlukla martla başlayıp ağustosa kadar sürmektedir. Eylemlerin en şiddetlendiği dönem ise tayinlerin olduğu dönemdir. Örgüt, gelen yeni kadroların acemiliğinden faydalanarak bu dönemde ciddi kayıplar verdirmektedir. İkinci dalga eylemleri ise sonbaharla birlikte başlamaktadır. Güz mevsiminin gelmesiyle militanların yeniden ülke içindeki ve dışındaki kamplarına çekilmeleri sırasında yaşanan sıcak temaslar yeni bir şiddet dalgası yaratmaktadır.
Tam da bu noktada eylemsizlik sürecini iyi değerlendirmek ve süresiz olarak yeniden uzatmak gerekiyor. Eylemsizliğin son bulması, referandum sürecinden hırçınlaşarak çıkan ve liderinin durumunda bir iyileştirme sağlayamayan örgüt için yeni eylemler için kolay bahaneler olacaktır. Eylemsizliğin son bulması durumunda örgütün 'duygusal kopuşu' hızlandıracak yeni bir şiddet evresine gireceği görülürken, bu adım demokratik çözüm umudunun son bulmasına yol açacaktır.
Bu bağlamda süreci yönetenlerin ne kadar hassas ve tarihî bir safhada olduklarını unutmamaları icap ediyor. 12 Eylül referandumunun 'demokratik açılıma' yeni bir kredi açtığı bu dönemde, böylesine olumlu psikoloji boşa harcanmamalıdır. Eylemsizliğin son bulmasının toplumsal bedellerinin, eylemsizliğin devam etmesinin siyasi bedellerinden çok daha ağır olacağı gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Bu bağlamda PKK'nın tek taraflı eylemsizliğini taktik bir hamle olmaktan çıkarıp, BDP'nin siyasi taahhüdü haline getirmek gerekiyor.