Cuma akşamı bir program çekimi için Ankara’daki TRT Haber rejisindeydim. Programın bitmesinin ardından saat 22:00 sularında, darbeci askerlerin kanalı basmasından sadece 5-10 dakika kadar önce, kanaldan ayrılıp eve doğru giderken üzerimizden alçak irtifada uçaklar uçmaya başladı. Aslında ilk dakikalarda ben de Türkiye’nin geri kalanı gibi bunun bir tatbikat ya da terör alarmına yönelik hareketlenme olduğunu düşündüm. Ancak tüm emareler bir darbe girişiminin yaşandığını gösteriyordu.
İlerleyen saatlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla birlikte binlerce insan tepede uçan uçak ve helikopterlere rağmen sokaklara çıkmaya ve önemli devlet kurumlarının önünde adeta canlı kalkan olmaya başlamıştı bile. Biz de kalabalıkların arasına karıştık.
Aklıma Mısır’da yaşadıklarım geldi. 3 Temmuz 2013 darbesinde Kahire’deydim. Orada da aniden tepemizde Apache helikopterler uçmaya başlamış, her tarafta tanklar konuşlanmıştı. Darbeyi destekleyen yüz binlerce Mısırlı sokaklara dökülmüş kutlamalar yaparken, nihayetinde General Abdülffettah el Sisi yanına destekçilerini alarak ülke yönetimine el koyduğunu ilan etmişti. Halkın bir kısmı darbeye direnç göstermeye çalışırken diğer bir kısmı ise ne yazık ki Tahrir ve diğer meydanlarda kutlamalar yapıyordu. Ardından ise katliamlar başladı. Cumhurbaşkanı Mursi mahkum edildi.
Darbe karşıtları gözümün önünde acımasızca öldürüldü. Hele Rabia’da yaşananları unutmak mümkün değildi. Darbeye karşı direnmek için on binlerce insanın toplandığı meydan dört bir yanından askerlerce kuşatıldı. Havadan helikopterler, karadan tanklarla vuruldu. İnsanlar yakılarak katledildi. Darbe sürecinde Mısır’da 40 binden fazla insan tutuklandı. Sonrasında ise elbette işkenceler… Sonu gelmez işkenceler…
“Türkiye Mısır ve Suriye Olmayacak!” Bilinci TBMM önündeyken aklımdan bunlar geçiyordu ama yine de Türk askerinin kendi halkına kurşun sıkamayacağını, böyle bir katliama ne olursa olsun imza atamayacağını düşündüm.
Belki de tam da bu sırada hemen yanı başımda bir F-16 alçalarak Meclise bir bomba bıraktı. Kulakları sağır eden bir ses ve sarsıntı yaşadık. Hepimiz şok içindeydik. Türk Hava Kuvvetleri, Türk milletinin Meclisini mi bombalıyordu? Ardından sortiler devam etti. Kobralar uçaklara eşlik ederek Meclisi tarıyordu. Sosyal medyadan Ankara’da MİT binasının, Polis Özel Hareket Merkezinin, Emniyet Müdürlüğünün ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesinin de benzer şekilde bombaladığını gördüm.
Aklımdan, “Bu iş gerçekten Mısır’a mı dönecek?” soruları geçerken, “Hayır, millet buna izin vermez” diye düşündüm. Eminim birçok insanın yüreğinde de aynı hissiyat vardı. Bir yanımızda darbeye maruz kalmış Mısır diğer yanımızda ise Esed eliyle adeta bir enkaza çevrilmiş Suriye. Yaşanan acılar, kan ve gözyaşı… Varil bombalarıyla vurulan ve çığlıkları göğe yükselen masumlar… Artık hepimizin “ben idraki”ni oluşturan ümmetin ortak acıları. İşte belki de biraz da bu idrak ile dur dedik! Ne Mısır ne de Suriye’de yaşanan katliamların, yıkımların Türkiye’de tekrarlanmasına milletimizin asla izin vermeyeceği görülmeye başlandı. Gece boyunca sokaklardaki insan sayısı tüm bombalamalara, yürüyen tanklara rağmen artmaya devam ederken, insanların tankların önüne yattıkları, kurşunlara siper olduklarına dair görüntüler Türk halkının darbeye teslim olmadığını gösteriyordu. Uçakların ses duvarını geçmesiyle oluşan gökteki sonik patlamaları, camilerden yükselen salalar bastırdı ve bu darbeye, daha doğrusu bu işgale bir son verildi. Yeni bir kurtuluş savaşına imza atıldı.
Darbecileri Desteklemek İçin Hiç Kimse Sokağa Çıkmadı
Elbette Türkiye ne Mısır ne de Suriye değildi. Darbe, ordu hiyerarşisi içinde değil başını FETÖ’nün çektiği, Atlantik ötesi desteği olan bir cunta tarafından yapılmak istenmişti. Emniyet ve istihbarat teşkilatımız canları pahasına darbeye direnç gösterdi. Başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olmak üzere güçlü bir siyasal liderlik sergilenirken, Meclisimiz kutlu bir vazife ifa etmişti. Medya karartılamamış, küçük bir azınlık dahi olsa halkın hiçbir kesimi darbeyi desteklemek için sokaklara çıkartılamamıştı.
Evet tüm bunlar ihmal edilemeyecek belirleyici farklılıklardı. Ancak Mısır ve Suriye’de yaşananların yüreklerimizde bıraktığı iz ve “şahitlik” de önemli bir etkendi. Şimdi tüm İslam dünyasında, Türk milletinin gösterdiği bu şanlı direniş yüreklerde iz bırakacak ve kim bilir belki de kendi darbecilerine yönelik yeni bir direnişi tetikleyecektir. “Evet, Türkler başardı, biz de başarabiliriz.”
[Kriter, 1 Ağustos 2016].