Ermeni lobisinin tezleri tüm açıklığıyla ve tüm siyasi aktörlerce tartışılmadıkça Türkiye bu tasarı kamburundan kurtulamayacak.
ABD Başkanı’nın 1915 olaylarını soykırım olarak adlandırmasını isteyen ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’ndaki 252 no’lu karar tasarısı Perşembe günü oylanarak kabul edildi. Tasarı sadece bir oyla 22-23 şeklinde komisyondan geçti. Bir sonraki aşamada tasarının kabulü için, tasarının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu’nda gündeme alınması, burada oylandıktan sonra da salt çoğunluk ile geçmesi gerekiyor. Eğer tasarı genel kuruldan da geçerse bu durumda Temsilciler Meclisi’nin görüşü olarak Başkan’a sunuluyor ve başkandan bu görüşü 24 Nisan konuşmasında dikkate alması isteniyor. Herhangi bir yaptırım gücü olmayan tasarı, bu nedenle başkan tarafından veto edilemiyor. Hele bir de şimdiye kadar buna benzer tasarıların daha önce iki kere genel kuruldan geçmiş olması, bir kaç defa da benzer tasarıların komisyondan geçmiş olduğu hatırlanırsa ve henüz 2007 yılı Ekim ayında benzer bir tasarının yine aynı komisyondan geçtiği düşünülürse. Peki bu yıl farklı olan nedir? Neden bu tasarı bu kadar gürültü çıkarıyor?
Beyaz Saray’ın mesajı ne? Tasarının gerçek değerini takdir etmek için oylamanın sonucunu biraz soğuk kanlılıkla ve mesafeli bir şekilde değerlendirmek gerekir. Oylama sonucunun bu kadar yakın çıkması herkes için sürpriz oldu. Zira geçen yıllarda, Türkiye’nin önemli avantajları olduğunda dahi tasarı komisyona geldiğinde rahatlıkla ve büyük oy farklarıyla geçiyordu. Bu yıl ise iki önemli dezavantaj olduğunu kaydetmek gerekir: İlk olarak, Washington’da Türkiye’nin en büyük lobicisi olarak anılan Beyaz Saray’ın tasarıya son güne kadar hiç müdahale etmediğini görmek gerekir. Üstelik de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün telefon açmış olmasına rağmen. Sadece oylama günü sabahı, kerhen yapılan bir Beyaz Saray açıklamasında komisyon üyesi milletvekillerinden tasarı sürecine devam etmemeleri isteniyordu. Oysa Washington’un iç işleyişini bilenler, yönetimin gerçekten tasarıyı engellemek istese bundan daha fazlasını yapacağını bilir. Beyaz Saray bu tür durumlarda yakın danışmanlarını ve önemli isimleri bizzat Kongre’ye gönderip gerekli isimlerle konuşturur, vekillere kapalı toplantılarda brifing verilir, vekiller başkan tarafından aranır, edilmeye çalışılır. Yani Beyaz Saray tasarının geçmesi lehindeki tavrını göstermiş oldu. Komisyon Başkanı Berman da bunu defaaten çeşitli demeçlerinde dile getirdi.
Türkiye açısından ikinci önemli dezavantaj ise İsrail lobisi olarak bilen Washington’un en güçlü teşkilatlanmalarından birini oluşturan grupların bu tasarıda geçen yılların aksine Türkiye lehinde çalışmaması oldu. Türkiye lehinde olduğu kadar aleyhinde de çalışan bazı küçük gruplar vardı ancak bunların etkisi de kayda değecek düzeyde değildi. Türkiye Musevi Cemaati’nin açıklaması ise sevindirici olsa dahi sonucu etkileme gücüne sahip değildi. Zaten bu lobiye yakın isimler de yaptıkları açıklamalarda, bu pozisyonlarını gizlemediler ve Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri konusundaki rahatsızlıklarını zaman zaman açıkça dile getirmekten çekinmediler. Bu da sürpriz olmayan bir gelişme idi. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki İsrail Lobisi tasarı lehinde de çalışmadı. Daha önceki yıllara nazaran bu iki dezavantajla işe koyulan Türkiye’nin bu miktarda oyu komisyonda toplaması bile Washington şartlarında neredeyse mucizedir. Bu başarı da bundan sonra Türkiye’nin Washington’daki çalışma şeklini değiştirecek, kendine güvenini biraz daha geliştirecek, ABD içindeki Türkleri de daha örgütlü tavırlar sergilemeye itecek, İsrail lobisi ile ilişkisini de daha rasyonel ve gerçekçi bir düzeye çekmesine yardımcı olacaktır. Bu anlamıyla tasarının geçmesi sürecinde Türkiye hem kendi değerini ölçmüş oldu, hem de Washington’da sadece kendi gücü ile hareket etmek zorunda kaldığından bazı alanlarda kapasitesini geliştirmek zorunda kaldı. Eğer bu refleksler korunabilirse orta vadede Türkiye için son olumlu derece sonuçlar doğurabilir bu tecrübe Obama sadece seyretti Öte yandan Obama’nın tasarının geçmesini seyretmesi son derece iyi tahlil edilmelidir. Tasarıdan daha önemlisi Obama yönetiminin vermek istediği mesajdır. Tasarıdan bağımsız olarak Obama yönetimi tam da model ortaklıktan ve stratejik işbirliğinden bahsedilirken neden Türkiye’nin bu konuda ‘cezalandırılmasını’ seyretti? Obama Yönetimi Türkiye’nin bir kaç konudaki tavrından kaynaklanan rahatsızlığını bu konuda sessiz kalarak gösterdi. Bu konuda doğrudan ve dolaylı rahatsızlıklar bahsedebiliriz. Öncelikle Obama Yönetimi Ermenistan’la Türkiye arasında imzalanan protokoller sürecinin tıkanmasının sorumlusu olarak Türkiye’yi görüyor. İç politikadaki dengeleri ve iktidarın yaşayacağı sorunları yeterli gerekçe olarak kabul etmeyen yönetim, Dışişleri Bakanı Hillary Clinton düzeyinde destek verdiği, basında çokça yer almasını istediği ve başarı hanesine geçirmek konusunda oldukça hevesli olduğu bu protokollerin tıkanmasının sorumlusu olarak Türk hükümetini görüyor. Washington Türkiye’nin Ermenistan Anayasa Mahkemesi karar konusundaki gerekçesini inandırıcı bulmuyor. Bu kararın, Türkiye’nin biraz abarttığı bir mazeret olduğunu düşünüyor. Yine yönetim, iktidar partisinin istediği takdirde bu protokolleri Meclis’ten geçirebileceğini ancak bu konuda tavır almayarak Washington’u zor duruma düşürdüğü tahlilini yapıyor. Obama’nın tasarıyı seyretmesindeki en önemli etkenlerden biri bu. Washington’un İran talebi Bir diğer neden Obama Yönetimi’nin İran konusundaki talepleri. Obama Türkiye’nin İran konusunda arabuluculuk yapmasını, kolaylaştırıcı olarak faaliyet göstermesini önemsiyor ancak diplomatik kanallar tıkandığında Türkiye’nin İran konusunda ABD ile birlikte hareket etme kararlılığını görmek istiyor. Türkiye ise bu konuda uluslararası kurumların çizgisini tercih ediyor. Obama Türkiye’den ABD Kongresi’nin yaptırım ve ambargo kararlarını uygulamasını, BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) İran konusunda alacağı kararlarda Türkiye’nin ABD’nin istediği doğrultuda hareket etmesini istiyor. Türkiye ise bu konuda BMGK kararlarını takip edeceğini, BMGK’nın yaptırım kararlarını tüm üyelerini bağlayan yedinci başlık altında alması durumunda bu yolu takip edeceğini, aksi halde İran’la ilişkilerini ikili düzeyde ele alacağını söylüyor ya da ima ediyor. Türkiye’nin bu pozisyonu ABD başkentinde pek de hoş karşılanmıyor. Bu nedenle de adeta İran meselesi bir test konusu olarak ele alınarak, Türkiye’ye bu mesaj verilmeye çalışılıyor. Elbette bu konuda İsrail’e yakın isimlerin de Türkiye’nin tavrını reel politik değil, ideolojik bir tavır olarak sunmasının da payı var. Bir diğer konu ise geçtiğimiz aylarda gündeme gelen Balistik Füze Kalkanı. Bu konuda ABD Türkiye’nin kendi isteği doğrultusunda hareket ederek, konuyu ikili düzeyde ele almasını istiyor. Türkiye’nin tavrı ise bu konunun uluslararası kurumların meşruiyeti çerçevesinde ele alınması. ABD ikili anlaşmalar çerçevesinde füze kalkanın Türkiye’ye yerleştirilmesini isterken, Türkiye ise bunun ancak kendi toprağında konuşlanan sistemde inisiyatif sahibi olmasına izin verecek tarzda, NATO şemsiyesi altında ele alınmasını istiyor. Ayrıca kalkanın net olarak ne tür bir savunma sistemi olduğu, kimleri hedef aldığı, nasıl çalışacağı konusunda net bilgi istiyor. Bu konu da başta Pentagon olmak üzere, Washington’da rahatsızlık yaratan konuların başında geliyor. Tasarı yeniden düşünülmeli Ayrıca Washington İsrail konusunda Türkiye’nin aldığı tavırdan tamamen ayrı düşünmese de bu konuda hükümetin tarzını biraz yumuşatmasını tercih edeceği mesajını dolaylı olarak veriyor. Hele ki Obama’nın Ortadoğu barış sürecine özel temsilci olarak atadığı, pozisyonu Türkiye’ye son derece yakın George Mitchell’in istifa ettiği şeklindeki dedikoduların Washington’da konuşulduğu günlerde, bu pozisyonun mevzi kaybetmesine tanık olunabilir. Tüm bu konular birlikte ele alındığında aslında sıradan bir konu olan ABD Temsilciler Meclisi’ndeki bir karar tasarısının nasıl bir koza dönüştüğü görülür. Türkiye’nin bölgesel ilişkileri, savunma stratejisi ve uluslararası konumunu tartışma konusu haline getirebilme kudretine sahip bir tasarının neden bir türlü çözülemediği de bu tartışmalar ekseninde ortaya çıkıyor. Elbette tasarı konusunda ABD’nin iç dengeleri de önemli pay sahibi. Bu konuda Kongre’nin yapısından Ermeni Lobisi’ne, yerel siyasetten güçler ayrılığına kadar bir çok gerekçe ileri sürülebilir. Ancak bu karar tasarısının tüm bunların ötesinde bir anlamı olduğunu görmek gerekir. Türkiye için hayati önemdeki konuların böylesi bir tasarı ile aynı diplomatik değerde ele alınarak, pazarlık konusu yapılması ise sorunun ciddiyetini ve çözüm gerekliliğinin aciliyetini gösteriyor. Tasarı aleyhinde lobi yapmak için Washington’da bulunan TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Murat Mercan’ın tasarının geçmesinin akabinde Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nde yaptığı basın toplantısında, ‘tasarının geçmesinin ya da geçmemesinin değil, bu konunun neden Washington’da bu düzeyde tartışıldığını sorgulamamız gerekir’ mealindeki sözlerine ciddiyetle kulak vermemiz gerekir. Zira artık konu tasarının nereye geldiği ya da kaç oy aldığı gibi konulardan, tasarının Türkiye’ye maliyetinin ne olduğu ve bu maliyetten nasıl kurtulunabileceğine doğru evrilmelidir. Bu konu tüm açıklığı ile tüm siyasi aktörlerin katılacağı kamusal bir tartışma ile yapılmadıkça, Türkiye’nin tasarı kamburundan kurtulması mümkün olmayacak. Böylece Türkiye hem son derece ucuz bir kozu, eliyle bir başka ülkeye teslim etmekten kurtulmuş olacak, ABD ile gereksiz gerilim bir gerilim yaşamayacaktır. Nuh Yılmaz, SETA Washington Direktörü, [email protected] Açık Görüş - 07.03.2010