Almanya Başbakanlarının Türkiye ziyaretleri her zaman önemli olmuştur. Zira Almanya Avrupa’nın en önemli ülkesi olduğu gibi, aynı zamanda Türkiye’nin en yoğun ilişkilere sahip olduğu Avrupa ülkesidir de...
Coğrafi olarak bakıldığında aslında Almanya, Türkiye’ye oldukça uzak bir ülkedir. Kara yoluyla Türkiye’den Almanya’ya gitmek istediğinizde, hangi rotayı seçerseniz seçin en az dört ülkeden geçmeniz gerekir.
Bu coğrafi uzaklığa rağmen, Almanya ile Türkiye arasında çok yakın ekonomik, kültürel ve tarihsel bağlar var.
Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Almanya, çok uzun zamandır Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke konumunda. 2018 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 36,5 milyar dolar olarak gerçekleşti.
Bugün yaklaşık 3,5 milyon Türkiye kökenli insanın yaşadığı Almanya, Türkiye dışında en fazla Türk vatandaşının yaşadığı ülke olarak öne çıkıyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda aynı safta yer almaları dolayısıyla Türkiye ile Almanya arasında bir “silah kardeşliğinden” (Waffenbrüdersachaft) ve “tarihî dostluktan” (historische Freundschaft) bahsedilse de, özellikle son çeyrek asırda iki ülke ilişkilerinin bu kavramlar üzerinden değil, daha çok “çatışan çıkarlar” çerçevesinde şekillendiği görüldü.
Türkiye’nin dış politikada otonomi arayışı ve bu yönde attığı adımlar, ABD ile ilişkilerindekine benzer şekilde Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkeleriyle ilişkilerine de olumsuz yansıdı. Zira bu ülkeler de, ABD gibi, Türkiye’nin otonomi arayışına yanlış tepki vermeyi tercih ettiler.
Ekonomik ve askerî kapasitesi artan ve bundan aldığı güvenle dış politikada daha bağımsız bir çizgiye yönelen Türkiye’yi egemen ve eşit bir partner olarak kabul etmek yerine, onu eski kalıplarına döndürmek için baskı altına almayı tercih ettiler.
Bu zorlamanın Türkiye-Avrupa ve Türk-Alman ilişkilerini getirdiği nokta ortada.
Ancak Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri, bir yandan kabullenmekte zorlanıp baskı altına almaya çalışsalar da diğer taraftan Erdoğan ve AK Parti hükûmetiyle başta mülteci meselesi olmak üzere birçok konuda iş birliği yapmak zorunda kaldılar.
2015 yazında yoğun bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalan ve bunun sonucu olarak aşırı sağ partilerin hızlı yükselişine şahit olan Almanya ve AB, bu sorunun çözümü için Türkiye’nin kapısını çalmak zorunda kaldı.
18 Mart 2016 tarihinde Türkiye ile bir anlaşma imzalayan AB, Ankara’nın mülteci sorununun çözümü konusunda desteğine karşılık Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme ve mülteciler için yardım sözü verdi.
Ancak aradan geçen yaklaşık dört yıllık süre içerisinde, Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik mülteci akınının durdurulması konusunda desteğine rağmen, AB’nin verdiği sözlerin neredeyse hiçbirini tutmadığını görüyoruz.
Mülteciler için verilmesi planlanan 6 milyar avronun sadece yarısı gönderildi. Türkiye’nin AB üyelik süreci donduruldu, Gümrük Birliği Anlaşmasının yenilenmesi konusunda adım atılmadı ve vize serbestisi için olmadık şartlar öne sürüldü.
En önemlisi ise, bu anlaşmadan kısa süre sonra gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Almanya dâhil olmak üzere AB ülkelerinin çoğu Türkiye’nin meşru hükûmeti yerine darbecilere destek vermeyi tercih etti. Almanya, Türkiye’den kaçan darbeciler için en önemli sığınak hâline geldi.
Türkiye’nin isteği
Türkiye, AB’nin en önemli ülkesi Almanya’dan Suriyeli mülteciler konusunda artık sorumlu davranmasını ve üzerine düşeni yapmasını bekliyor. Mülteci yükünü tek başına omuzlamaktan yorulduğunu anlatmak istiyor.
AB’nin mülteciler için söz verdiği 6 milyar avro Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye maliyetinin yüzde 20’sini bile karşılamıyor ve bu miktarın da ancak yarısını gönderdiler.
Mülteci meselesi, Avrupa’da olduğu gibi, Türkiye’de de çok olumsuz toplumsal, siyasal ve ekonomik sonuçlar doğurabilecek bir konu. Bu konuda sorumluluk üstlenmekten kaçan Almanya medyasında, Türkiye’nin meseleyi Avrupa’ya karşı bir baskı aracı olarak kullandığına dair yayınlar ise utanç verici.
Türkiye içerisine dağılmış ve sınırlarında birikmiş milyonlarca Suriyeli mültecinin zorlu kışı nasıl geçirdiklerine bir baksalar, Ankara’nın şikâyetinin ne kadar haklı ve kendi tavırlarının ise ne kadar duyarsız olduğunu görecekler.
Ama bakar kör olmak böyle bir şey herhâlde.
Biraz uzak görüşlü olsalar, meselenin insani boyutu bir yana, Avrupa için aslında ciddi siyasi ve güvenlik riskleri içerdiğini de fark edecekler ama maalesef o da yok.
Erdoğan-Merkel zirvesinde mülteci meselesi dışında da konuşulacak çok gündem maddesi var kuşkusuz. Ama bu yazıya ayrılan yer ancak bu kadarına değinmemize müsaade etti.
[Türkiye, 25 Ocak 2020].