Yaşanan ve şu an eksen kayması olarak tartışılan şey aslında Türkiye'nin fiziki sınırlarının, siyasi ve sosyolojik sınırlarına dar gelmesi meselesi...
SETA’dan çarpıcı Türkiye tespiti
Türk dış politikasına yön veren merkezlerden SETA'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan, yeni dünya düzenini anlattı.
Türkiye'nin 3 Kasım 2002'de yaşadığı seçim ülkede iç politikada olmduğu kadar dış politika açısından bir kırılma noktası oldu. 3 Kasım 2002'de iktidara gelen AK Parti'nin, bir bakıma, halktan aldığı sipariş paketinin içinde daha özgün bir dış politika talebi de bulunuyordu. Başbakan Erdoğan, önce dış politika danışmanı, sonra Dışişleri Bakanı yaptığı Ahmet Davutoğlu ile bu taleplere karşılık verme tercihinde bulundu. Davutoğlu, "Stratejik Derinlik" adlı kitabında düşündüğü dış politika anlayışının parametrelerini açıkça formüle etmişti. Türk dış politika yapıcılarına göre Türkiye artık bir "merkez" ülke. Türkiye'nin dış politika hamleleri de artık bir fantastik çaba değil, arkasında 1 trilyonluk bir ekonomi var, bütün dünya için bir enerji terminali ve bu civarın neredeyse tek istikrarlı demokrasisi. Bu yapısal özelliklerin sağladığı imkânlar stratejik bir bakış açısıyla milli güç unsuruna dönüştü. Bütün tarihsel, kültürel, ekonomik birikimleriyle bir "mental coğrafya" ufkunu yeniden dış politika anlayışının merkezine oturtan Türkiye, bir "soft- power" olarak artık 21. Yüzyıl'a damga vurmaya aday ülke. Gelişmelerin yönünü, Türk dış politikasının şekillenmesinde önemli rol oynayan think-thank kuruluşlarından SETA'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan ile konuştuk.
RÖPORTAJ: Seda ŞİMŞEK ([email protected])
*Yeni bir dünya düzeni mi kuruluyor?
Küresel anlamda bir dengesizlikler dengesi dönemi yaşıyoruz. Sistemin dönüşüm geçirdiğinin herkes farkında. Kuzey-Güney dengesi farklı bir noktada buluşacak. 2020'lerde dünyanın ilk 10 ekonomisinde ciddi yer değişiklikleri olacak. Bu başlı başına siyasi sonuçlar doğurmaya gebe bir durum.Yeni düzenin ne olacağı ve yükselen güçlerin sistemi sindirip sindiremeyeceği sorularına net olarak cevap verilemediği bir düzende, tekrar 1945'lerdekine benzer bir küresel kaos ortamına girebiliriz. Önümüzdeki 25-30 yıl içerisinde sistem dengesizliklerini, en azından bloklar arası ciddi gerginliklere, çatışmalara yol açmayacak düzeyde izole etmek zorunda.
DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ, IMF, AB, BM TIKANDI
*Dünya bu tehlikenin farkında değil mi?
G-20 Zirvesi ile bu biraz izole edilmeye çalışıldı. Ama, orada da aslında sistem tıkanmaya başladı. Küresel sistemin, dünya sisteminin hem iktisadi hem de siyasi ayaklarını yönetmekle mükellef olduğu iddia edilen kurumların hepsi şu an ya fiilen tıkanmış durumda ya da zımnen çökmüş durumda. Dünya Ticaret Örgütü fiilen çökmüş durumda. Uluslararası Para Fonu (IMF) kendisine müşteri bulamıyor, fiilen tıkanmış durumda. Birleşik devletler şeklinde dizayn edilmeye çalışılan AB, "AB nereye gidiyor?" soruları ile meşgul. İşin siyasi ayağı olarak kabul edilebilecek olan BM hem demokratik olmayan yapısından hem de güçler dengesizliğinden dolayı aslında hemen herkesin şikayet ettiği, fiilen de hiçbir sorunu çözememiş bir kuruma dönüşmüş durumda. Küresel sistemin bunu uzun süre kaldırabilmesi mümkün değil.
Tribünden izleyemeyiz
*Türkiye dünyadaki değişimleri öngörerek yeni bir pozisyon mu alıyor?
Tüm dünyada eksenler, tartışmalar, onun ötesinde ekonomiler değişirken ve yer değiştirirken, farklı farklı coğrafyalarda güç tenakkuz ederken, Türkiye'nin donup, tarihi seyretmesi, akışı seyretmesi, dünyanın ekonomi politiğini ve jeopolotiğini tribünden gözlemesi düşünülmez. Bu hareketlilik Türkiye'ye de yansıdı.
*Türkiye tribünden gözlemek yerine sahada top oynayıp, hücum mu ediyor?
Bunu bir iktidarın, bir hükümetin sürüklemesi ile açıklamak mümkün değil. Yaşanan ve şu an eksen kayması olarak tartışılan şey aslında Türkiye'nin fiziki sınırlarının, siyasi ve sosyolojik sınırlarına dar gelmesi meselesi. Doğal olarak Türkiye'nin sosyolojisi ve siyaseti kendi sınırlarının ötesine uzanabiliyor. Bunlar kurgu ile yapılamaz. Kosova'da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'na 10 binin üzerinde insan sevgi gösterisinde bulunuyorsa, bu kurgulanabilecek bir şey değil. Aynı şekilde, bir orta sınıf esnaf gidip orada çok rahat faaliyet içerisine girebiliyorsa burada doğal, organik bir süreç söz konusudur. Yaşadığımız kriz, onun krizi, Türkiye'nin eksen kaymasından ziyade bu eksene sığmaması krizi.
ANKARA İTİRAZ EDİYOR, AMA SİSTEMİN DE DIŞINA ÇIKMIYOR
*Füze kalkanı meselesi ortaya çıktı.
Küresel dengesizlik içinde nasıl Dünya Ticaret Örgütü, BM, IMF anlamsızlaşmışsa, işlevsizleşmişse NATO da soğuk savaş sonrası işlevsizleşti. NATO'yu da bu küresel düzensizlikten nasibini almış bir kurum olarak görmek lazım. Tehdit algısı üzerinden yürüyen bir kurum şimdi kurucu bir akıl inşa etmeye çalışıyor. Bu pek mümkün gözükmüyor. Amerika'nın hegomonik gücünü gereksiz yere uzatmak için maliyet çıkarabilecek bir projenin içine girdiği söyleniyor. Özellikle son 40 yılda Avrupa'ya sağlanmış olan Amerika'nın güvenlik hizmetlerinin vergileri bir şekilde toplanacaktı. Kurunun yanında yaş yanıyor hikayesi gibi.
Yükselen güç olarak görmeli
*Türkiye yaş mı kuru mu?
Türkiye bu birliğin içerisinde olduğundan dolayı bu kararların içinde yer alacak gibi gözüküyor, biraz da almak zorunda gibi. Ama, Türkiye itirazını, şerhini ortaya koyarak bu kurumlar içinde yer alıyor. Türkiye bütün o organizasyonlarda da ısrarlı bir şekilde itirazlarının altını çizerek, ama sistemin de dışına çıkmayarak yer almaya devam ediyor. Bu son füze savunma sistemi ile ilgili Türkiye'nin pozisyonunu, kurumsal yapının atmayı düşündüğü adımlara itiraz eden, ama sistemin de dışına çıkmayan yükselen bir güç olarak tarif etmek doğru olur.
HAVA YOLLARINI AYAKTA TUTAMIYOR
*Sarkozy "kediye kedi deriz" diyor, İran ne kedisi? Kül kedisi mi?
Bunun üzerine analiz yapabilmek için İran'ı başta küresel bir tehdit olarak kabul etmemiz lazım, benim de aklım buna müsaade etmiyor. Bu İran'ın gücünü gereğinden fazla abartmak, hatta saçmalama düzeyinde abartmak olur. İran zor bela havayollarını ayakta tutmaya çalışıyor, nerede kaldı füze gönderecek. Anlaşılan o ki, NATO, Strateji Belgesi hazırlamış olmasına rağmen, aslında stratejik olarak yol haritasını çizmiş değil. Yaşanan şey, NATO'ya uzatmaları oynatmak. Gürcistan'da bir savaş oldu, NATO ne yapabildi? Hem güvenlik anlamında hem de siyasi anlamda NATO'nun işlevsizleştiğinin en güzel delili Gürcistan savaşıdır.
TÜRKİYE BİRİLERİNİN YERİNE İKAME ETTİRİLECEK BİR ÜLKE DEĞİL
*ABD'de bazı yayınlarda ABD ile ilişkilerde İsrail'in yerine Türkiye'nin ikame edilmesi, Türkiye'nin soft power gücünden istifade edilmesi gündeme getiriliyor.
Türkiye birilerinin yerine birileri tarafından ikame ettirilecek bir ülke değil, bunu yazıp çizenler bitirebiliyorlarsa Irak'ta savaşı bitirsinler. Afganistan'da işleri yoluna koyamıyorlar, 3 tane partiyi biraraya getiremiyorlar. Bu işler çocuk oyuncağı değil. Kimmiş bu yer değiştirmeleri yapacak olanlar? Gitsinler önce Irak'ta hükümet kursunlar. 8 aydır uğraşıyorlar, 2 küçük partiye, kendi yetişdirdikleri İyad Allavi ile Maliki'ye yer değiştirtemiyorlar.
TALABANİ HÂLÂ IRAK'I ANLAYAMAMIŞ
*Türkiye Bağdat civarındaki Sünni Araplar'la daha çok meşgul olmalı mı?
Türkiye şu an Irak içerisindeki bütün etnik - mezhebi gruplarla yakın ilişki geliştiren veya geliştirmeye çalışan tek ülke. Tam da bundan dolayı Türkiye'nin de bir şekilde görmek istediği manzara seçim sonrası ortaya çıkmış oldu. Irakiye hareketi, Irak'ta bütün kesimleri içinde barındıran tek hareketti, o hareket de seçimi kazandı. Onun dışındaki bütün hareketler ya etnik ya da mezhebi hareketlerdi, hiçbirisi seçimi kazanamadı.
*Talabani Türkiye'nin desteklediği isimlerin kazanamadığını söylüyor.
Bu açıklamalar Talabani'nin Irak'ı hâlâ anlayamadığını gösteriyor. Talabani Irak'ı az bir şey anlasaydı, Türkiye'nin hiçbir etnik, mezhebi grubu, müstakil olarak desteklemesinin mümkün olamayacağını anlamış olurdu. Eğer Irak'ta bir istikrar olacaksa, bunun müstakil bir etnik - mezhebi bir grup üzerinden olmayacağının bilinmesi gerekir. Kısa vadede etnik- mezhebi gruplara destek verenler başarı kazanabilirler, doğrudur. Orta ve uzun vadede ise Irak'taki etnik, mezhebi ve coğrafi dağılımdan dolayı hiçbir müstakil grubun iktidarı elinde tutması mümkün değildir, işin tabiatına aykırıdır. Bu tabiata aykırı durumu Saddam on yıllarca denedi, yüzbinlerce insan öldü.
İSRAİL FİZİKEN ORTA DOĞU'DA, ZİHNEN BAŞKA BAŞKENTLERDE YAŞIYOR
*Orta Doğu'da AB benzeri bir yapı oluşabilir mi?
AB şu anda kendi sorunlarını çözmekle meşgul. İlla böyle bir hukuki zemin aramaya, isim koymaya, acele etmeye gerek yok. Herkesin kendi mahallesinde, kendi havzasında, olabildiğince müreffeh olmaya çalışmak kaydıyla, ilişkilerini maksimum entegrasyon düzeyine geçirmesi, hukuki bir metin olmaksızın da mümkün. Türkiye bu imkânı göstermiş oldu. Türkiye, Lübnan, Ürdün Suriye arasında vizeler yok, serberst ticaret bölgeleri var, yani ismi konulmamış bir changen zaten var.
*İsrail'in etrafında oluşturulan bu işbirliğinin İsrail - Türkiye ilişkilerini nasıl etkilemesi bekleniyor?
Bir barış ve istikrar havzası oluşurken İsrail bu havzanın içerisinde yer almak yerine dışında kalmayı tercih ediyor. Normalde biraz Orta Doğu'da stratejik aktör olan herhangi bir devlet, bunun olumlu bir gelişme olduğunu düşünür ve içinde yer alır. İsrail fiziken bu coğrafyada, zihnen başka ülkelerin başkentinde yaşamaya devam ettiği için bu basit gerçeği ve kendisine altın tepside sunulan fırsatı da maalesef göremiyor.
KÜRT CENAHINDA AKTÖR SAYISI AZALMALI
*Türkiye dışarıda bunları yaşarken, içeride bir Kürt sorunu var. BDP'nin mesela sol partilerle işbirliklerini gündeme getirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
BDP ile ilgili bir aktörler meselesi var. O kadar çok fazla aktör ortaya çıkmaya başladı ki, Kandil, İmralı, KCK, BDP, BDP içinde belediye başkanları, Kandil'den kopan küçük küçük örgütler, onların giriştiği terör eylemleri, Avrupa, Avrupa içinde fraksiyonlar, istihbarat örgütleri. Yani içiçe girmiş, 10'un üzerinde ciddiye almamız gereken aktörden bahsedebiliriz. Bu aktörler, isterlerse yürüyen birçok olumlu süreci provoke edebilecek güce sahipler. Biz bunu açılım sürecinde gördük.. Osman Baydemir tartışmaları, ittifak tartışmaları benim bu aktörler çatışması dediğim çatışmanın çok doğal bir uzantısı. Bir aktör çıkıp bir mesele ile ilgili fikrini beyan etti, anında aktörler arası gerilim yaşandı.
*Aktörlerin çokluğu ile çözüm sürecinin ilerlemesi mi engelleniyor?
Demokratikleşme ile çözüm sürecini provoke edebilecek devlet tarafındaki aktör sayısı azaldı. Derin yapılar, çeteler, yargıda bazı isimler, medya, muhalefet partileri belli bir çizgiye geldiler. Biz aynı dönüşümü Kürt kesimlerinde göremedik, göremediğimizden dolayı onlarca aktör ortada kaldı. Bu aktörlerin her birisi de etkili. Dolayısıyla orada da benzer bir sürecin yaşanması mukadderdir.
DEVLET MEMURU NİYE "SİVİL" OLSUN
* 3 generalin açığa alınması tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu anlamdaki tartışmalar YAŞ'la hitama ermiştir. Bunlar bence detaydır, bundan sonra da süreç içinde bu tür şeyler görebiliriz. Önemli olan geleneğin oluştuğu yerdir, orası YAŞ'tır. Devlet memuruna bu ülkede hâlâ "sivil" deniliyor, elinde silah olana da "asker" diyoruz. Bu çok travmatik bir durum. Devlet memuru niye sivil olsun? Sonuna kadar resmi görevli işte, hiçbir sivil vasfı yok. Bu travmadan kurtulmamız lazım.