22 Temmuz 2007 seçimleri sırasında Financial Times’a konuşan Türk işadamları “Beyaz Türkler AK Parti’yi iktidarda istiyorlar ama CHP’ye oy verecekler” manşetinin atılmasını sağlamışlardı. O dönem bu tutumlarını değerlendirirken Edgeworth ve Sen’e başvurmuştuk: Edgeworth 1881’de “Cebirsel Fizik” isimli ünlü makalesinde “iktisadın birinci ilkesinin bireylerin şahsi çıkarlarıyla hareket etmesi” olduğunu ilan etmişti. O günden bu güne, neoklasik teorinin iktisadi kararların, “şahsi çıkar temelli” belli bir rasyonalite çerçevesinde alındığı inanışı yaygın bir kabul görür. Tartışma mezkûr rasyonalite sürecinde ahlakın ya da normatif değerlendirmelerin kendisine yer bulup bulamayacağından, farklı rasyonalite tariflerine kadar çeşitlilik arz etmektedir. Ortodoks okuma pozitif iktisadın normatif yargılardan bağımsız, yani salt “şahsi çıkar” ile şekillendiğini vazetmektedir. Amartya Sen bu karmaşık ve soyut homo economicus kurgusuna insanları “Rasyonel Ahmaklar” ilan ettiği için karşı çıktı. Soyut insan indirgemesinden farksız olan rasyonel iktisadi beşer tarifi bünyesinde birçok çelişkiyi de barındırmaktadır. Bu çelişki haline en ilginç örnek olarak “beyaz Türkler” denilen bazı kapitalistlerin, kendi ekonomik çıkarlarını nesh eden normatif yargıları gösterilebilir.
Taksim olaylarıyla başlayan sürecin ardından “Elit Kemalizm’i”, altı yıl önceki pozisyonundan da koparak “AK Parti’yi iktidarda da istemediklerini” açıkça ilan etmiş oldular. Son on gündür yaşadıklarımız “bu ilanın” ifade ediliş süreçleri, tarzları ve müdahil olan aktörlerin şekillenmesinden başka bir şey değildi. Her ne kadar ifade ediliş süreçleri tedhişe dönüşse de, söylem tutarsızlıkları olsa da, ne siyasal ne sosyolojik ne de ekonomi-politik olarak yan yana gelmelerinden anlamlı bir pozisyon çıkmayan kitleler zuhur etse de ortada ciddi bir sorun bulunmuyor.
Elbette böylesi bir itiraz protesto ve kitle oluşabilir. Sorun, ortaya çıkan manzarayı nasıl analiz edeceğimizde. Her yönüyle “heterojen bir kitle” var karşımızda demek ne anlama geliyor? Bu heterojen kitlenin psikolojik gerilimlerini aşarak bizlere siyasal ve sosyolojik analiz yapmamıza yardımcı olacak noktalara mı odaklanacağız, yoksa jenerik temenni ve arzuları mı tekrar edip duracağız? Liberal okuma nihilist bir şekilde siyasalı, sosyolojiyi ve iktisadı atlayarak “ilkel bir toplumsal ve siyasal al-ver medeniyeti” ile sorunların hal yoluna konulacağını bizlere vazediyor. Oysa bu yaklaşım bizlere kestirmeden “siyasalın katlinden” başka bir şey önermemektedir. Başka bir deyişle, son on gündür ortaya çıkan manzara psikolojik gerilimler, kamuflajlı itirazlar ve bencil hassasiyetler dünyasından çıkarak “açık bir siyasal” pozisyona tevdi edilmediği sürece, psikolojik gerilimlerin dışında, siyasalın dünyasında uzun vadeli bir karşılığı olmayacaktır.
Kürt meselesinden Suriye krizine, yeni bir anayasadan devlet-vatandaş ilişkilerine, yeni Türkiye ekonomi- politiğinden din-devlet ilişkilerine dair nasıl bir pozisyonda durduğunuz ve ne kadar tutarlı olduğunuz siyasal olarak tarif edilmenizi sağlar. Sadece biraz önce sıraladığımız başlıkların tamamında pozisyon ihsas edemiyorsanız ya da birbiriyle tutarlı önermeleriniz yoksa itirazlarınızın siyasal bir dünyaya tekabül etmesini beklemeniz de nafile olacaktır. Böylesi durumda ise seçici bir demokrat tavır takınarak, konjonktürel çıkışlar marifetiyle temenni dünyası inşa edersiniz. Temenni dünyasından fiili sonuçlar çıkmayınca da siyasaldan koparak “korkuyorum, baskı hissediyorum, nefes alamıyorum” dünyasına hapsolursunuz. Hele bu duruma Türkiye’nin ana muhalefet partisi yıllardır öncülük ederse, kitleler siyasal olarak taleplerini karar alma merkezlerine taşınamadığı hissi ile “kendi işimi kendim göreyim dinamiği” diyerek harekete geçer. Bu noktada eğer ister ve becerebilirse iktidar sürece müdahil olup muhalefet maliyetine yaşananları çerçeveleyip çözüm odaklı bir şekilde yönetme imkânına da kavuşabilir.
Siyasal olarak anlamlı bir dünya inşa edemeyen bu kitle tam da yukarıdaki sebepten dolayı “apolitik bir dinamikle” harekete geçmiştir. Taraf olmamanın sağladığı konforlu ve maliyetsiz bir dünyada, birilerinin “maliyet ödemesini” talep edecek kadar naif olan mezkûr yaklaşım tarzı, siyasalın ciddi dünyasında bir yere oturmamaktadır. Ortaya çıkan manzarada, gösterilerin kitleselleşmesine yardımcı olan kitle ile gösterilerin ulusal ve uluslararası bir medya bombardımanına dönüşmesini sağlayan kitlenin ekonomi- politik farkları ve makasının kapanma ihtimali ortada olmadığı sürece siyasal bir hüviyete bürünmesi imkânsızdır.
Bu noktada “yaşam tarzlarına” açıktan, yapısal bir kırılma olacak düzeyde somut hiçbir müdahale olduğunu gösteremeyen “rasyonel ahmaklarımızın”, bir süre sonra siyasal bir pozisyonun “yaşam standartlarını” da tartışmanın içine çekeceğini görmeleri gerekiyor. Böylesi bir durumda “yaşam standartlarını” oluşturan dinamiklerle beraber bir tutum takınırlarsa “siyasal bir pozisyona” tevdi edebilirler. İşte o zaman hem siyaset hem de millet tarafından ciddiye alınabilirler. Bunun için Edgeworth’un kemiklerini sızlatmaları yeterli olacaktır!
[Sabah Perspektif, 08 Haziran 2013]