DTP’nin kapatılmasıyla ilgili dava Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) görüşülüyor. DTP, bugüne kadar AYM’nin kapattığı partiler içerisinde, kapatılma yönünde arkasında en fazla delil bırakmış parti konumunda. Bu nedenle, mevcut hukuki mekanizmalar sürdüğü müddetçe, AYM, DTP’yi kapatma yönünde karar almakla hukuki bir meşruiyet sıkıntısı yaşamayacaktır. Peki, AYM, sadece hukuki gerekçelerle mi karar alıyor? Kuruluş gerekçesinden başlayarak verdiği son karara kadar, AYM’nin verdiği kararlarda siyasi rasyonaliteyi hukuki gerekçelere öncelediğine dair sayısız örnekler mevcut. Bu nedenle, bugün DTP’nin kapatılmamasına dair çağrılarımızın temel gerekçesi, AYM’nin şimdiye kadar yaptığını bir kez daha yapıp, sadece hukuki gerekçelere yaslanmakla yetinmeden siyasi rasyonaliteyi devreye sokmasıdır.
DTP neden kapatılmamalı
Partinin kapatılmaması gerektiğini söylememizin nedeni, sıkça dillendirildiği gibi, DTP’nin kapatılmasıyla destekçilerinin siyasi temsil kanallarının kapanacağına yönelik bir kaygıdan kaynaklanmıyor. DTP, ne dün böyle bir misyon icra ediyordu, ne de bugün buna gönüllü gözüküyor. DTP’nin varlığının anlamı, temsil ettiği halkın taleplerini siyasal alana taşımak, özellikle açılımı konuştuğumuz bugünlerde, tabanın kaygılarını meşru zeminlerde dillendirmek değil mi? Oysa açılım tartışmalarının ilk gününden itibaren, DTP ısrarla, bu misyonu yerine getiremeyeceğini, kendisinin aracılık-muhataplık için yeterli olmadığını ifade ediyor. Dolayısıyla da DTP’nin kapatılmasıyla Kürtler siyasi temsil sıkıntısı çekmiş olmayacaklar, çünkü zaten böyle bir kanala sahip değiller.
O zaman, DTP’nin kapatılmaması niçin gerekli? Sanırım tek bir nedenle: İşlevini yerine getiremiyorsa da varlığının ifade ettiği sembolizm ya da yokluğunun oluşturabileceği muhtemel maliyetler dolayısıyla. DTP’nin formel olarak varlığı, kendisine rağmen bir anlam ifade ediyor. Sadece varlığı bile, Kürt siyasetinin geleceğine, parti-içi gerilimlerin bir gün ülke hayrına bir dengeye kavuşacağına dair ümit beslenmesine yol açıyor. Bu anlam, yokluğuyla ortadan kalkacak. Başka bir deyişle, varlığıyla Türkiye demokrasisine ve Kürt meselesinin çözümüne katkıda bulunmayan bir DTP’nin, yokluğuyla her ikisine de zarar verebileceği bir durumla karşı karşıyayız. Bu nedenle, DTP’nin kapatılmaması siyasal alanın genişlemesine daha çok hizmet edebilir.
Sokak ile salon arasında kalan bir parti: DTP
Siyasi parti, sokağın gerilimini almak için vardır. Sokakta gerilim olmasın, sokakla verilmek istenen mesaj salonda verilsin diye vardır. Siyasi parti, sokaktaki kaygıyı gerilime dönüşmeden alır, siyasi temsile dönüştürür ve siyasi bir öneri ve tutum formatında siyasal alana taşır. DTP, bir siyasal parti olarak, bu işlevini yerine getiriyor mu? DTP, bugüne kadar, sokağa direnerek, sokağın önünü alarak, sokağı teskin ederek önleyici bir işlev gördü mü? DTP, varlığıyla sokağı işlevsizleştiriyor mu, sokağı teskin ediyor mu yoksa sokağa boyun mu eğiyor? Siyasal stratejisini sokağın nabzına göre belirleyen, sokağı dönüştürmek yerine sokağın nabzına göre dönüşen, sokağın eğilimlerini salon diline çevirmek yerine, salonun diline sokağın dilini hâkim kılan bir siyasal parti, kendisinden beklenen işlevi ne ölçüde yerine getirmiş olur? Daha açık soralım: DTP’nin siyasal tutumunun belirlenmesinde DTP’nin kurumsal mekanizması mı belirleyici oluyor, sokağın nabzı mı?
DTP’yi sokaklar yönetiyor
Benim bu sorulara cevabım açık. DTP sokağı yönetmiyor, sokak DTP’yi yönetiyor. Oysa sokağın uzun vadeli bir stratejisi yoktur. Sokak, soğukkanlı analizler yapmaz. Sokak, doğası gereği, çatışmaya, öfkeye, aceleciliğe, radikal kararlar almaya, pire için deve yakmaya yatkındır. Tam da bu özelliği dolayısıyla, siyasal bir aracılığa, bu öfkeyi politikaya çevirecek bir mekanizmaya ihtiyaç duyar. DTP tam da bu işlevi yerine getirmek için var. Bu işlevi yerine getirmek bir yana, sokağa uyum gösterdiği için, DTP bir siyasal parti gibi davranmıyor.
Peki, sokak kimin kontrolünde
Sokağı kimin yönlendirdiği ise bir sır değil. Bunu anlamak için, sokağın hangi çağrılarla doluştuğuna bakmak yeterli. Bunun anlaşılabilir nedenleri de var. Sokak bir aidiyet, bir bağlılık, bir vefa üzerine hareket eder. Bu duygularla mobilize olarak öfke duyar, diş gösterir, intikam almak ister. Sokağın, hücresinin hacmini veya penceresinin yüksekliğini, demokrasinin derinleşmesine, sistemin sivilleşmesine, kimliklerin tanınmasına, Kürt sorununun çözüm yoluna girmesine, kısacası, ülkede daha güzel yarınlar için olup biten her şeye önceleyerek, bütün bu iyileşme ivmesinin akamete uğraması pahasına ülkeyi savaş alanına çevirecek bir çağrıya neden olumlu karşılık verdiğini sorgulamak anlamsız. Sokağın, mantığını sorgulamak anlamsız, çünkü sokak tam da rasyonaliteye sığmadığı için siyasete gereksinim duyar. Bu çağrıyı sorgulaması gereken, bu çağrının gerekçesini, zamanlamasını, maliyetini hesap etmesi gereken siyasi partidir. DTP, bu sorgulamayı yapmak yerine, eş başkanının ağzından “açılım sürecinin hücre koşullarıyla asıl niyetini ele verdiğini, dolayısıyla da bittiğini” adeta bir yükten kurtulma edasıyla, ilan etti. Sokağa ve sokağı yönlendirenlere bu kadar sorgusuz-sualsiz tabi olan bir parti, siyasal parti işlevini ne kadar yerine getirebilir? Muhalefet partilerinin de kışkırtmasıyla toplumun açılım sürecine kaygıyla yaklaştığı, bu kaygının her geçen gün artarak hükümetin karar alma iradesini esir aldığı bir ortamda, kamuoyunu daha da kaygılandıracak bir gerilim çağrısını sorgulamayan DTP, siyasi temsil anlamında hangi işlevini sürdürecek?
Bugün DTP, şiddetle ilişkisi olduğu iddiasıyla kapatılma davasının görüşüldüğü günlerde, Kürt meselesi veya kapatılma davası dolayısıyla değil, İmralı’daki koşullar dolayısıyla üretilen şiddetle arasına mesafe koymak bir yana, sokakla beraber hareket eden bir siyasal parti görünümündedir. Tıkanan açılım sürecinin önünü açmak, kapatılma davasıyla baş etmek, kapatılmayı zorlaştıracak argümanlar geliştirmek yerine, davaya beş kala cezaevi koşullarının iyileştirilmesi için mesai harcayan bir partinin, bir nevi varlığını feda etmesini nasıl yorumlamalıyız? DTP, bütün bu şiddet sarmalının, Kürt meselesinin çözümüne, Kürtlerin geleceğine ne tür olumlu bir katkısı olduğuna dair anlamlı bir cümle kurabiliyor mu? DTP, anlamsız cümleler kurmaktan, anlamsız durumlara gerekçe bulmaya çalışmaktan, enerjisini kendisinin vermediği kararları uygulamaya çalışmaktan bıkmadı mı?
Şiddet ne zamana kadar hak talep etme yolu olmaya devam edecek
DTP’yi bırakalım, şiddeti konuşalım. Kürt siyasetinin şiddetle ilişkisini esastan konuşmanın zamanı gelmedi mi? Uzun süredir, PKK, silahlı mücadelenin anakronik hale geldiğinden dem vurup sivil siyasi kanalların arayışında olduğunu söylerken, sokaktaki tansiyonla iş görmenin ne tür haklı gerekçesi olabilir? Sokağa çıkmaktan, şiddete başvurmaktan amaç, toplumu ve devleti çözüme zorlamaksa, Türkiye, on yıllarını sorunların güvenlik perspektifi marifetiyle çözülmesiyle heba etmedi mi zaten? Bütün dirençlere rağmen, Kürt sorununu siyaset marifetiyle çözme iradesinin sürdürüldüğü bir ortamda, bu çabaları akamete uğratarak güvenlik paradigmasına tekrar mevzi kazandıran bu çatışmaların ne tür bir rasyonalitesi olabilir? Şiddet ne zamana kadar, Kürtler tarafından bir hak talep etme yolu olarak kullanılmaya devam edilecek? Şiddetin miadını doldurduğu, çözümsüzlüğü derinleştirdiği, gün geçtikçe Kürt-Türk birlikteliğini sağlayan asgari zemini de yok ettiği açık değil mi? Öcalan, Kandil, DTP, Kürtler bu sarmalın kendileri için de iyi bir gelecek hazırlamadığının farkında değiller mi? Yoksa Kürtler beraber yaşamaktan umutlarını kestiler mi?
Ahmet Türk, yaşananların DTP’yi kapatmak için kullanılmamasını talep ederken, anlamlı bir benzetmede bulundu: “Fillerle atlar tepişir çimenler ezilir.” Bu sözler, DTP’nin durumunu tam olarak açıklamıyor ama Kürtlerin durumunu çok veciz bir şekilde ortaya koyuyor. Tarih, çağa ayak uyduramayarak eski yanlış, işlevsiz yöntemlerde ısrar ettiği için destekçilerine mevzi kaybettiren kadro ve kurumların örnekleriyle dolu. Korkarım, Kürtler bugün bir daha bunun mağduru olacaklar.