Türkiye ekonomisi geçmiş yıllarda birçok kez döviz, enflasyon ve faiz üçlemesinde sorunlar yaşadı. Son dönemde, dövizdeki hareketlilik ve merkez bankasının faiz artış kararıyla birlikte, “Bu üç göstergenin tekrar sorun oluşturduğu günlere geri mi dönüyoruz?” sorusu gündemde.
Geçmiş dönemdeki ekonomik ve siyasi şartların yerine çok farklı bir ortam var. Dolayısıyla, bu dönemdeki döviz, enflasyon ve faiz sürecinin ekonomi üzerindeki etkisi de farklı olacak.
Değişen şartların başında siyasi istikrar geliyor. Siyasi istikrarın yanı sıra, ekonomik yapının da güçlü duruşu, sürecin negatif etkisini azaltacak önemli bir faktör. Ekonomik göstergelerde en büyük avantaj, kamu maliyesinin güçlü olması. Ayrıca, ülke ekonomisi birçok testten de başarılı bir şekilde geçti.
15 Temmuz darbe girişimine rağmen, yoluna kararlılıkla devam eden, yatırımlarını sürdüren, hatta yeni ve büyük projelerde öncülük eden bir ekonomiden bahsediyoruz. Dolayısıyla, ekonomiye ciddi bir güven duygusu var. Bu üçlemenin ekonomik göstergeler üzerindeki olumsuz yansıması, ekonomik güven sayesinde derin olmayacaktır.
Döviz-enflasyon-faiz üçgeninde, döviz kurunun ve enflasyon artışını konuşurken, faizlerin iki değişkeni kontrol altında tutmak için yükseltilmesini tartışıyoruz. Aslında, tüm bu söylediklerimiz, sebeplerin sonuçları, yani sonuçlar üzerinden değerlendirme yapıyoruz. Oysa ki, yapılması gereken bu sonuçlara sebep olan faktörlere odaklanılması.
PEKİ SONUÇLARI OLUŞTURAN FAKTÖRLER NELER?
Tüm bu sürecin başlıca sebebi var: Geçmişte ekonomi için yapısal ve Damoklesin kılıcı olarak duran sorunların varlığı. Birinci sırada yer alanlar ise enerji faturası, düşük tasarruflar ve düşük katma değerli üretim.Her ne kadar doğal gaz fiyatları düşse de, halen yüzde 70 oranında enerjide dışarıya bağımlıyız. Mesele sadece enerji faturası ödememiz değil, aynı zamanda enerji faturasının adresinin dışarda olması. Bu yüzden, enerji faturası ekonomide kazanmamız gereken en önemli kale ve tabi ki Türkiye'nin rekabetini, ihracatını ve dolayısıyla üretimi üzerindeki Damokles'in kılıcının en keskin tarafı.
Diğer sorun alanı ise düşük tasarruf oranları. Bugün derecelendirme kuruluşlarının ve finans kuruluşlarının özel çaba harcadıkları ve ülke ekonomisinde faiz artışını tetiklemeleri, tam da tasarrufların az olmasından kaynaklanıyor. Çünkü, Türkiye'nin finans ihtiyacını da, bu ihtiyacı karşılayacak tasarruflara sahip olmadığımızı da biliyorlar.
Diğer bir sorun ise, Türkiye'nin katma değeri düşük üretim yapması. İhraç ürünlerimizden ne yazık ki yüksek bir gelir saplayamıyoruz, katma değerinin düşük olmasından dolayı. Çözüm, üretim yapısının kademeli olarak yüksek katma değerli üretim sürecine geçişi. Son yıllarda, ihracat rakamlarında yerimizde saymamız da bu sebepten.
Bu üç sorunun çözümü, döviz-enflasyon-faiz üçlemesinin ülke ekonomisinde risk oluşturma kapasitesini de azaltacak. Yani, sonuçlar üzerinde kafa yormanın yanı sıra, bu sonuçları bize dayatan faktörler üzerinde de düşünmemiz ve çözüm bulmamız gerekiyor.
TL'NİN KULLANIMI
Döviz-enflasyon-faiz sorununa çözüm olarak TL'nin kullanılması öne çıkıyor. Elbette ki, TL ekonomik süreçlerin her aşamasında kullanılmalıdır. Özellikle, planlanan sözleşmelerin, ihalelerin ve gerçekleştirilecek projelerin TL cinsinden yapılacak olması, TL'nin kullanımı konusunda kararlılığı ve inandırıcılığı ortaya koyacaktır. Dövize talebin azaltılması, ancak bu şekilde mümkün.Diğer taraftan, ülkeler arasında yerel para kullanılarak ticaret yapılması, ülkelerin kendi paralarını kullanmaları gündemdeki konulardan birisi. Bunun gerçekleştiği ülkeler de var. Ancak, ticaret yapan ülkeler arasında büyük ticaret açıklarının olması ve ortaya çıkan yüksek miktarda yerel paranın nasıl ve nerede kullanılacağı konusunda soru işaretleri mevcut. Ama bu soru işaretleri, yerel para kullanımından vazgeçmek anlamına gelmiyor.
[Yeni Şafak, 1 Aralık 2016].