Kobani gösterilerine, Çözüm Sürecine ve Akil İnsanlar Heyeti'nin Başbakan Davutoğlu ile görüşmesine odaklandığımız bu günlerde önemli bir toplantı yeteri kadar ilgi görmedi. Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı ziyaretinde AK Parti döneminde bu kurumun değişen rolüne ve misyonuna yönelik kritik noktalara değindi. Bu kurumu Başbakan'a bağlama kararı aldığını hatırlatan Davutoğlu, bu kurumun "devletimizin, toplumsal hayatımızın kültürel sürekliliği, inanç özgürlüğü, inancımızın yaşanabilmesi ve son yıllarda özellikle artan uluslararası misyonuyla en temel kurumlarımızdan biri" olduğunu vurguladı.
Hatırlanacağı üzere, Diyanet'in devlet içindeki konumu Cumhuriyet tarihi boyunca hep laiklik konusu ile birlikte ele alındı ve özellikle 90'lardan itibaren kıyasıya eleştirildi. Laik bir sistemde dini teşkilat, devletin bir parçası olamazdı. Bu yüzden solculardan, liberallerden radikal İslamcılara kadar birçok çevrenin gözünde Diyanet "sözde laik" sistemin "anomalisi" olarak resmedildi.
Erken Cumhuriyet döneminde devletin toplumsal dini hayatı "kontrol" etmesi için dizayn edilen bir kurum olarak Diyanet aslında ulemanın daha düşük statüde sisteme eklemlenmesiydi. "Diyanet" olarak adlandırılması dahi bireyin gündelik dini/ ahlaki hayatının ötesinde bir fonksiyonu üstlenmeyeceği anlamına geliyordu. Toplumsal, siyasal ya da ekonomik konularda yorum yapma meşruiyeti ve yetkisi verilmeyen Diyanet, ulusal bir düzlem için tasarlandı.
Hilafetin İslam dünyasındaki dini- siyasi iddiasını terk eden Kemalizm, Diyanet için de Türkiye ile sınırlı bir din hizmeti fonksiyonunu öngördü. Buna yurtdışındaki Türklerin dini hizmetlerini karşılama ihtiyacı bile dahil edilmedi. Tarikat ve cemaatlerin yanı sıra Türkiye İslamı'nın önde gelen kurumu olarak Diyanet kendine özgü bir çizgi oluşturdu. Bütün eleştirilere rağmen, Diyanet'in Kemalist rejimin kendisine yüklediği "toplumu kontrol" misyonunu aynen benimsediğini söyleyemeyiz.
Hatta Diyanet'in Kemalistlerin "laik bir İslam yaratma" projesine direndiği gerçeğinin altını çizmeliyiz. Ahmed Hamdi Akseki ve Ömer Nasuhi Bilmen gibi alimler, Diyanet kurumunda yer alarak Kemalistlerin reform çabasını pasif bir yolla da olsa başarısızlığa uğrattılar. Tek Parti döneminde ezanın Türkçeleştirilmesinin kabul edilmemesi ve 28 Şubat sürecinde bütün baskılara rağmen başörtüsünün dini bir emir olmadığı yönünde görüş açıklanmaması gösterilen dirence örneklerdir.
***
Son on iki yılda AK Parti iktidarının iddialı dış politikasına uyumlu olarak hem devlet kurumları hem de sivil toplum kuruluşları bir dönüşümden geçmektedir. Bölgeselleşme ve uluslararasılaşma diyebileceğimiz bu süreçte YÖK, Diyanet ve MİT gibi kritik kurumlar da bölgesel meydan okumalar ve ihtiyaçlar çerçevesinde yeniden yapılandırılmaktadır.
İşte Başbakan Davutoğlu'nun Diyanet'e biçtiği yeni misyonu bu minvalde anlamak gerekir: "Diyanet İşleri Başkanlığımız ilk kurulduğu dönemle kıyas edildiğinde aslında dünyadaki genel değişime ve küresel toplumun ihtiyaçlarına göre de kendini yenilemesi gereken bir kurumdur. Kesinlikle temel bazı itikadi esasları sadece yaymaya ve korumaya yönelik değildir."
Davutoğlu'nun işaret ettiği ihtiyacı daha net söyleyeyim. Türkiye'nin etrafındaki bölgede radikalleşen dini iklim kaygı uyandırmaktadır. Yükselen sert dini anlayışlara karşı barışı ve çoğulculuğu öne alan bir İslam yorumunun temsili gerekli. Bu yorum bölgesel ve uluslararası düzlemde Şiici ya da Selefi anlayışların sekterliğine karşı dalga