Bu memlekette on yıllar boyunca Batı ile ilişkileri yürütme tekeli, bir grup Batıcı entelijansiyanın elindeydi. Önce Fransa'yla, sonra Almanya'yla, sonra da Amerika'yla ve kısmen İngiltere'yle. Bu ilişki tekeline bağlı olarak kendilerine geniş bir iktidar ve imtiyaz alanı sağladılar. Siyaseti de, ekonomiyi de, toplumu da buna göre dizayn etmeye çalıştılar. Ama gün oldu, devran döndü o tekeli yitirdiler. Doğal olarak iktidarlarını da, imtiyazlarını da kaybettiler. Ne var ki yaşadıkları mağlubiyeti bir türlü hazmedemediler. Evvela içerideki Batıcı bloğu mobilize etmeye çalıştılar. Orduyu göreve çağırdılar, meslek odalarından yardım istediler, medyadan destek almaya çalıştılar, yargıyı işin içine çektiler. Çok mücadele verdiler, olmadı. Bu kez, bütün güçleriyle Batı'ya yöneldiler. Hem Avrupa'ya hem ABD'ye kendi ülkelerini gammazladılar. Önce ülkeyi yöneten güçlerin yeterince "kentli" ve "seküler" olmadığı şikâyetinde bulundular. Ardından Erdoğan'ın başı çektiği yeni yönetimin "otoriter"liğinden dem vurdular. Son olarak Türkiye'de ağır "insan hakları" ve "özgürlük" sorunları yaşandığını söyleyip mandacı bir ruhla ABD'den "kendi ülkeleri"ne müdahalede bulunmalarını istediler. Bugün adlarını "gayrı milli muhalefet" olarak koyduğumuz bu güruh, ABD'li resmi yetkililerin ağzından Türkiye aleyhine bir söz, bir işaret alabilmek için yanıp tutuşuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington ziyaretini sabote etmek için nasıl uğraştıklarını gördük. Şimdi de nisanda, ABD'de 1915 olaylarının yıldönümünde Türkiye'nin aleyhine bir karar çıkartabilmek için lobi yapıyorlar. Oysa yıllarca "Ermeni soykırımı iddialarına karşı ABD'de lobi yapıyoruz" diyerek devlet kasasından nemalanmışlardı.
***
Bu güruhun iç siyasette kendisine alan açmak için yürüttükleri kampanya, her şeyden önce Türkiye'nin milli çıkarlarına zarar veriyor. Dahası söz konusu kampanya, zaman zaman ABD- Türkiye ilişkilerini doğru zeminde konuşmamızı zorlaştırıyor. Bir yandan ABD'nin iç çelişkilerini, bu iç çelişkiler nedeniyle attığı hatalı adımları görmemiz ve bu adımların Türkiye'ye maliyetlerini öngörebilmemiz gerekiyor. Diğer yandan Türkiye'nin ABD açısından niçin vazgeçilemez bir aktör olduğunu da her daim akılda tutmamız icap ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Washington'daki görüşmelerini bunun farkında olarak yürüttü. Muhataplarına Türkiye'nin ABD ile karşı karşıya geldiği konulardaki tezlerini net biçimde anlattı. Bu tezlerden neden vazgeçmeyeceklerini anlattı. DAİŞ'le mücadelede ABD'nin uyguladığı yöntemin sorunlarını ortaya koydu. Dahası DAİŞ'le etkin mücadele için masaya somut teklifler getirdi. Türkiye bugün ABD'nin etkisiz Ortadoğu siyasetinin kısa vadede gözden geçirileceğini bilerek hareket ediyor. Ve kurulacak yeni stratejide Türkiye'nin pozisyonunun, birtakım araçlarla rahatlıkla şekillendirilecek bir unsur olarak değil, verili bir durum olarak ele alınmasını temin etmeye çalışıyor. Bu bağlamda Türkiye'nin terörle mücadele gündemi en önemli husus. Türkiye, yeni dönemde terör üzerinden uluslararası güç odaklarınca dizayn edilebilecek, diz çöktürülebilecek bir ülke olmayacağını göstermenin derdinde. Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi? ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass, iki gün önce bir açıklama yaptı. Bass, Türkiye'nin PYD ile ilgili endişelerini önemsediklerini, terör örgütü PKK'nın bir an önce silah bırakması gerektiğini söyledi. Dahası, Türkiye'nin ABD'ye sorduğu "PKK'nın elinde ABD menşeli silahlar ne arıyor" sorusuna cevap verdi. Bass, PKK'nın elindeki ABD menşeli silahların Irak ordusunun stoklarından çıktığını tespit ettiklerini belirtti. Dikkat çekici, değil mi?
[Sabah, 9 Nisan 2016].