SETA > Yorum |

Demokratik Açılımın Seyri

Demokratik açılım, yaklaşık altı ay önce, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye'deki bütün kimlik sorunlarını çözmek üzere hükümet tarafından başlatılan bir süreç. Hükümetin anayasal kurumlarla müzakere ederek başlattığı bu sürecin en temel gerekçesi, Kürt meselesinin toplumsal barışın önünde önemli bir engele dönüşmüş olmasıydı. Çünkü Kürt sorunu başta olmak üzere, kimlik sorunlarının tamamı, çözümsüzlüğe terk edildikleri süre boyunca vatandaşın devlete aidiyetini ve toplumsal barışı zedeleyen bir düzeye ulaşmış durumda. Bu nedenle, açılım sürecinin en öncelikli hedefi, bu eğilimi durdurarak tersine çevirmek ve böylece toplumsal barış ve bütünleşmeyi tesis etmek idi.

Demokratik açılım, yaklaşık altı ay önce, Kürt sorunu baÅŸta olmak üzere Türkiye’deki bütün kimlik sorunlarını çözmek üzere hükümet tarafından baÅŸlatılan bir süreç. Hükümetin anayasal kurumlarla müzakere ederek baÅŸlattığı bu sürecin en temel gerekçesi, Kürt meselesinin toplumsal barışın önünde önemli bir engele dönüÅŸmüÅŸ olmasıydı. Çünkü Kürt sorunu baÅŸta olmak üzere, kimlik sorunlarının tamamı, çözümsüzlüÄŸe terk edildikleri süre boyunca vatandaşın devlete aidiyetini ve toplumsal barışı zedeleyen bir düzeye ulaÅŸmış durumda. Bu nedenle, açılım sürecinin en öncelikli hedefi, bu eÄŸilimi durdurarak tersine çevirmek ve böylece toplumsal barış ve bütünleÅŸmeyi tesis etmek idi.

Cumhuriyetin kuruluÅŸunda mevcut toplumsal deÄŸerlere yabancı bir içerikle tanımlanan vatandaÅŸlık statüsü, toplumun çoÄŸunluÄŸuna makbul vatandaÅŸ olmak için kendi kimliÄŸinden feragat etmesini ÅŸart koÅŸuyordu. Bu vatandaÅŸlık tanımı, özellikle etnik ve dini eksen üzerinde toplumu yabancılaÅŸtırıcı bir iÅŸlev gördü. SoÄŸuk savaşın güvenliÄŸi özgürlüÄŸe önceleyen siyasal atmosferinde, kimlik sorunlarını dillendirme fırsatı bulmayan toplumsal kesimler, 1990’ların başından itibaren mevcut vatandaÅŸlık tanımıyla yaÅŸanan sıkıntıları dillendirmeye baÅŸladılar. Bu dönemde, yıllara yayılan askeri vesayet ve koalisyon hükümetleri dolayısıyla güçlü bir siyasal iradenin oluÅŸmaması, 1990’lı yılların özgürlükleri geniÅŸletmek yönünde kullanılamamasına ve önemli bir fırsatın heba olmasına yol açtı. Kamu bürokrasisi, soÄŸuk savaÅŸ sonrası, küresel ve bölgesel geliÅŸmelere ve bu geliÅŸmelerin eski ezberleri bozmasına kayıtsız kalarak soÄŸuk savaÅŸ siyasal denklemini sürdürse de, toplumsal-siyasal kimlikler güçlenmeye devam ettiler. Böylece, siyaset ile toplum arasında ciddi bir yırtılma gerçekleÅŸmeye baÅŸladı. Siyaset kurumu cüce kalsa bile, toplumsal kimlikler mevcut vatandaÅŸlık tanımından kaynaklanan sıkıntılarını dillendirmek için küçümsenmeyecek bir toplumsal destek ve meÅŸruiyet devÅŸirdiler.

Bu genel yapı içinde, Kürt meselesini özel bir yere konumlandırmak gerekir. Kürt meselesi, güvenlik eksenli politikaların egemenliÄŸi altında 1990’lar boyunca, önce siyasallaÅŸtı sonra da toplumsal uyuÅŸmazlığa dönüÅŸtü. OHAL, faili meçhul cinayetler, zorunlu göç, 40 bine varan can kaybı, milyar dolarlarca ekonomik kayıp, Kürt meselesini Türkiye’nin geleceÄŸindeki en önemli ulusal güvenlik meselesi haline getirdi. Ekonomik veya güvenlik kaygılarıyla doÄŸudan batıya doÄŸru gerçekleÅŸen göç, Kürt meselesini Türkiye’nin her yerleÅŸim bölgesinde gündelik hayatta etkileri hissedilen bir meseleye dönüÅŸtürdü. Toplumsal veya siyasal kaygılarla yaÅŸanan gerilimler, toplumsal barışı tehdit eden bir düzeye ulaÅŸtı. Bu durum, devletin Kürt meselesine yaklaşımında ciddi bir muhasebe süreci baÅŸlattı. Güvenlik bürokrasisi, siyaset kurumu, kamuoyu ve uluslar arası dinamikler güçlü ve müreffeh bir Türkiye’nin geleceÄŸi için bu meselenin çözümsüzlüÄŸe bırakılmasına daha fazla kayıtsız kalamadılar. AK Parti hükümeti, anayasal kurumlar, siyasal partiler, kanaat önderleri ve uluslar arası aktörlerle görüÅŸerek bu soruna çözüm üretme arayışına girdi. Demokratik açılım olarak ilan edilen bu süreç böyle bir dönemde altı ay önce baÅŸladı.

Geçen altı aylık döneme bakıldığında, büyük umutlarla baÅŸlatılan sürecin hedeflediÄŸi sonuçları henüz üretmediÄŸi açık. Sürecin aksamasına yol açan asıl etken, kolay devÅŸirileceÄŸi varsayılan siyasal mutabakatın henüz gerçekleÅŸtirilememiÅŸ olmasıdır. CHP, MHP ve bir kısım bürokratik aktörler, Kürt meselesinin toplumsal uyuÅŸmazlığa dönüÅŸme eÄŸilimini, toplumsal barış ve ulusal güvenlik için taşıdığı önemi göz ardı ederek, açılım sürecini akamete uÄŸratarak AK Parti’yi zayıflatma hesabı içerisine girmiÅŸ durumdalar. Bu aktörler için, AK Parti iktidarı devrilene kadar her ÅŸey bekletilebilir. Esas öncelik ne pahasına olursa olsun, AK Parti’yi zayıflatmaktır. DTP ve PKK da bu süreçte Kürt sorununun çözümü yönünde bir politika geliÅŸtirmedi. Onların demokratik açılımı desteklememelerinin asıl nedeni, AK Parti’yi zayıflatmaktan öte, kendi varlıklarını muhafaza etmek oldu. Tasfiye korkusuna kapılan bu aktörler, açılım üzerinden kendi geleceklerinin pazarlığını yapmaya baÅŸladılar. AK Parti ve onu destekleyen kamu bürokratları ise, geçen süre boyunca, farklı kaygılarla açılım sürecini baltalayan bu muhalefet bloÄŸuyla baÅŸ etmenin doÄŸru yöntemlerini henüz keÅŸfetme sürecindedir. KarşılaÅŸtığı sert direnç dolayısıyla da süreci arzuladığı ölçüde yönetmekte sıkıntılar yaşıyor.

Nihayetinde, 1 ayı bulan sokak gösterileri, gün geçtikçe artan sıcak çatışmalar, provokasyonlar ve DTP’nin kapatılmasıyla süreç duraklamaya girdi. Bu altı ay boyunca, gerçekleÅŸen en somut kazanım, sorunun geniÅŸ bir toplumsal yelpazede bütün yönleriyle tartışılmış olmasıdır. Bu tartışma evresinde, muhtemel direnç ve desteklerin fizibilitesi yapılmış, sürecin yanında veya karşısında olacak aktörler ve gerekçeleri açığa kavuÅŸmuÅŸ ve Kürt meselesinin çözüme kavuÅŸturulması gerekliliÄŸine dair bir mutabakat oluÅŸmuÅŸ durumdadır. Åžimdi, altı ay boyunca netleÅŸen pozisyonları ve dillendirilen kaygıları hesaba katarak, somut ve uygulanabilir bir proje ile yola devam etmenin zamanıdır.

Mostar - Ocak 2010