Derin normalleşme sancıları yaşayan BDP-PKK çizgisi yapısal kararlar almakla karşı karşıya. Tam da bu noktada Kürt meselesinin nihai çözümü için ortada duran sorunlar hiyerarşinin nasıl sıralandığı hayati bir meseleye dönüşüyor. Bu hiyerarşi sorunu, büyük ölçüde BDP’ye ait veya onun bir an evvel halletmesi gereken bir mesele. Başka bir deyişle BDP dışında sorunda paydaş olan aktörlerin büyük ölçüde hiyerarşi meselesinde pozisyonlarının benzer olduğunu söylemek mümkün. Yani farklı toplumsal kesimler, hükümet, güvenlik bürokrasisi gibi ana unsurlar neyin öncelikli olduğu konusunda iyi kötü hem fikirler.
Kürt meselesinin önce kanlı bir siyasal sorun hale gelmesinde, daha sonra karmaşık bir toplumsal meseleye dönüşmesinde de ‘hiyerarşi kurgusu’ hayati rol oynadı. 1980’lerin hemen başında silahı ideolojik ütopyasının izinde tercih eden PKK, sorunun nasıl bir hiyerarşi ile ele alınması gerektiğini vesayet rejimine dayattı. Askeri-yargı vesayet rejimi neredeyse bu tercihten hiç rahatsızlık duymadı. Aynı şekilde mukabele etti ve mesele bir güvenlik sorunu olarak kodlandı. 1980’ler ve 1990’lar boyunca Kürt meselesi ele alındığında sorunun dinamiklerinin başında hep ‘PKK veya terör’ listelendi. PKK bu durumu naif bir şekilde bir ‘aktöre dönüşmek’ şeklinde yorumladı. Vesayet rejimi PKK’nın sağladığı meşruiyet üzerinden gücüne güç katarken, PKK’da silahlı mücadelenin sağladığı kestirme yoldan Kürt siyasi hareketi içerisinde hegemonyasını kurmuş oldu.
Özellikle sorunun en yoğun bir şekilde kanlı olarak tecrübe edildiği yıllarda, PKK’nın merkezde durmasından daha doğal bir netice olamazdı. Bugün geldiğimiz noktada temel soru şudur: 1990’ların ortaya çıkardığı Kürt meselesine dair sorunlar hiyerarşisi ne kadar sürdürülebilir? Eski Türkiye düzeni Kürt meselesini PKK’ya indirgeyerek kendi ömrünü uzatırken ortaya çıkan insani, siyasi, iktisadi ve toplumsal maliyeti hiçbir şekilde umursamıyordu. Bugün belli bir yol haritasına ve mutabakat zeminine sahip çözüm süreci içerisindeki aktörler benzer bir krizle karşı karşıyalar.
1990’larda PKK’nın silah bırakmasını talep etmenin ismi “Anadolu’dan Görünüm” düzeyine mahkum olmakken; 2014’te PKK’nın silah bırakmasını ‘sorunlar hiyerarşisinin’ en başına yerleştirmemek benzer bir düzey ortaya çıkarmaktadır. Bugün gelinen noktada, eğer sahici ve yapısal bir gelişme bekleniyor, kozmetik adımlarla günün kurtarılmasını aşan bir perspektif ortaya konulması isteniyorsa ‘sorunlar hiyerarşisini’ en başta Kürt siyasi hareketi açık bir şekilde ortaya koymalıdır. PKK’nın silahsızlanması BDP için bu hiyerarşide nerede durmaktadır? PKK’nın silahsızlanması ne bir pazarlık unsurudur ne de sürecin hedeflediği nihai müstakil neticedir. Silahsızlanma sürecin bizatihi kendisi olmalıdır. Aksi takdirde ne pazarlıklar biter ne de PKK kendisini dönüştürebilir. Çünkü yeni Türkiye’de silahsızlanmamış bir PKK çözülmesi gereken bir sorunu değil, bitirilmesi gereken bir sorunu canlı tutmaktadır.
Bu minvalde dağa kaçırılan ve çıkan çocuklardan dolayı ‘yeni’ fark edilen sorun karşısında verilen tepkileri görünce fazlaca umutlanmak için bir sebep ufukta görülmüyor. Çocuklar için bile ciddi bir siyasi pozisyon almaktan imtina eden bir yaklaşımın, ‘PKK’nın silahsızlanmasında’ ciddi bir aktör olma ihtimalini bizzat kendisinin hırpalaması üzerine düşünmek gerekiyor. BDP-PKK çizgisi, çözüm sürecinde nihai hedefe ulaşma konusunda Türkiye’nin geriye kalan bütün unsurlarıyla ayrışma yerine anlaşmaya gayret etmeli. Erdoğan Türkiye’nin farklı kesim ve unsurlarını böylesi bir anlaşmaya hazır hale getirdi. Çözüm dediğimiz de bu zaten. Anlaşacağı konu ise kanın akmasının durması. Kürtler ve Türkiye bu anlaşmayı çoktan yaptı.
[Star, 7 Haziran 2014]