Şiddet yalnızca fiziki görünüme sahip bir olgu değildir. Karşıdakine zarar verme tehdidi ile uygulanan psikolojik bir davranış biçimi olarak da ortaya çıkabilir. Burada şiddet bir fiziksellik taşımaz ancak her an fiziksel bir biçime kavuşabileceğini hissettirir. Bunu ortaya çıkaran kaynak böylece bir korku sarmalı yaratarak meşru olmaksızın varlığını sürdürebilir. Bu durum kişiler arası ilişkiler bir tarafa devletin tebaası ile ilişkisinde de tarih boyunca var olagelmiştir. Özellikle mutlaki yöneten- yönetilen ilişkisi açısından modern öncesi dönem için söylenebilecek bir ilişki biçiminin modern hukukun en önemli normu olan anayasalar tarafından kurulan düzenlerle oldukça sofistike bir forma kavuştuğu söylenmelidir. Antoni Abati Ninet bu durumu "anayasal şiddet" olarak kavramsallaştırmaktadır. Ninet, kısaca anayasal şiddeti anayasallaştırılmış değerler ve kurumların uyguladığı şiddet olarak ifade etmektedir.
Ninet'in kullandığı bu metafor Türkiye özelinde 1982 Anayasası tarafından oluşturulan düzen açısından önemli ölçüde karşılık bulmaktadır. 1982 Anayasası hem askeri darbenin sahiplerinin uyguladıkları fiziksel şiddetin çıkış garantilerinin normatif çerçevesini çizmiş hem de darbe zihniyetinin vesayete dayanan yaşam alanının sınırlarını belirlemiştir. Başka bir ifadeyle anayasa yapılırken fiziksel bir biçime sahip olan "şiddet", anayasanınyürürlüğe girmesiyle gerektiğinde fiziksel bir boyut da kazanabileceğini psikolojik bir tehdit unsuru olarak seçilmiş sivil iktidarlar üzerinde hissettirmeye çalışmıştır.
1982 Anayasası'nın çerçevelediği bu şiddet kurgusu hem siyasi hem de bürokratik anlamda hesap verebilir ve öngörülebilir olmayan aktörler aracılığıyla devletin ve toplumun kontrol altında tutulmasına imkân tanımıştır. Bu, 2007 öncesi örneklerde görüleceği üzere Cumhurbaşkanı-Bakanlar Kurulu ilişkisinde, 2010 öncesinde Anayasa Mahkemesi özelinde yargı kararlarında ve 28 Şubat postmodern darbesi, 27 Nisan e-muhtırası ve 15 Temmuz askeri darbe girişiminde görülebileceği üzere asker-sivil ilişkilerinde somutlaşmıştır.
2000'li yılların başından itibaren AK Parti iktidarları 1982 Anayasası'nın şiddet üretme potansiyelini önemli ölçüde zayıflatacak adımlar atmıştır. Asker-sivil ilişkilerini demokratik zemine çekecek anayasal/ yasal düzenlemeler, 2007'de Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmeye başlaması ve 2010'da yargıyı anayasal sınırlarına çeken anayasa değişikliği bunların başlıcalarıdır. Bugün tartıştığımız Cumhurbaşkanlığı sistemi ise bu adımların nihai tamamlayıcısı olarak kabul edilmelidir. Dünyadaki çeşitli örnekleri dikkate alan ve önemli denge-denetleme imkânları sunan bu sistem, Cumhurbaşkanlığı özelinde hem yürütme organını hem Parlamento'yu hem de yargıyı kendi doğal sınırları içinde tutarak devletin tüm kuvvetlerinin demokratik meşruiyetlerini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Böylece öngörülebilirlik ve hesap verebilirliğin en tepeden başlayarak sistemin tüm aktör ve kurumlarına egemen olması, geçmişte sahip oldukları anayasal şiddet kullanma potansiyellerinin ortadan kaldırılması mümkün olabilecektir.
[Sabah Perspektif, 14 Ocak 2017].