Türkiye’de bugün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi birçok ilki temsil ediyor olmasından dolayı tarihsel öneme haiz olup, bir kırılmayı ifade etmektedir. Demokrasinin en temel ilkesi olan “halkın (demos) egemenliği” kavramı bugünkü seçimle biraz daha tahkim olmuş olacak. Halkı siyasal sistemde sahici bir etki gücünden mahrum bırakmak için ruhunu1961 darbe Anayasası’ndan alan, mevcut Anayasa’nın altıncı maddesinde de ifadesini bulan bir formül geliştirilmişti. Bu formül, “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini vaazettikten sonra, buna “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır” cümlesini de iliştirmişti.
Bu maddenin ilk kısmıyla her ne kadar asıl olanın milletin iradesinin, Anayasa’nın belirlediği esaslar çerçevesinde kurumlara yansıtılması olsa da; yapılan ekleme, bu ilk kısmında ifade edilen “millet egemenliği” kavramının içini boşaltmıştı. Bu boşaltma, bu kurumların millet iradesinden yalıtılmış olmalarından kaynaklanmaktaydı. Bu da onlara meşruiyet krizi yaşatıyordu. Fakat, 2000’li yıllarda siyasal ve toplumsal alanda yaşanan demokratik dönüşümün kurumsal alana ulaşmaması düşünülemezdi. Nitekim, otonom yapılanma nedeniyle her ne kadar lekelense de, 12 Eylül 2010 Anayasa referandumuyla yargı kurumlarının demokratik meşruiyete kavuşturulması için önemli bir adım atıldı. Halkın iradesinden izole edilmiş Cumhurbaşkanlığı’nın da bu demokratikleşme sürecinden nasibini alması zamanın ruhunun bir gereği olup, kaçınılmazdı. Bu bakımdan, kurumların meşruiyet kaynağını devlet merkezli bir yapıdan millet referanslı bir yapıya dönüştürülme siyasetinin son ve en önemli veçhelerinden biri olan Cumhurbaşkanı’nın millet tarafından seçilmesi, Türkiye’de siyasal sistemin demokratik dönüşümünün önemli ve tarihi bir basamağını teşkil ediyor.
Cumhurbaşkanlığı kurumunun millet ile bağı kurularak, kullandığı devlet erkine demokratik meşruiyet kazandırılmasınınyanında, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşananlar Türkiye’de devlet-toplum-siyaset ve siyasal fay hatlarında yaşanan dönüşümleri de berrak bir şekilde ortaya koydu. Siyasetin meşruiyet kodlarının değiştiğini gösteren bu süreç, Türkiye’nin geleneksel etnik ve mezhepsel fay hatlarının siyasetle kurduğu ilişkide dekayda değer bir dönüşümün yaşandığını resmetti. Daha açık ifade etmek gerekirse, Kürtlerin siyasette karar kıldığını ve yeni Türkiye’nin önemli bir aktörü olmaya aday olduğuğunu açık eden bu süreç, Alevilerin yaşadığı temsil krizinin de derinleşerek devam ettiği ortaya çıkardı. Son olarak, Cumhurbaşkanlığı seçimi,bir kez daha; MHP’nin kültürel değerler açısından birbirinden farklılaşan iki sosyolojiye dayandığı analizinin de bir vakıa olduğunu gösterdi.
SİYASETİN DÖNÜŞEN KODLARI
Son 12 yılda siyasal yelpazede yaşanan dönüşüm, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde kendisini en açık biçimiyle ortaya koydu. CHP ve MHP’nin “çatı adayı” olarak merkez sağ/muhafazakar eğilimli birinde karar kılması, onun da özellikle kampanyasının son dönemlerinde mübalağalı bir şekilde muhafazakar/milliyetçi bir dil kullanması, AK Parti döneminde Türkiye’nin siyasal kodlarında yaşanan dönüşümün vesikası niteliğindeydi. Ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin yeni toplumsal sözleşmesinde veya uzlaşısında muhafazakar ve İslami değerlerin merkezi bir role ve işleve sahip olacağının gösteriyor. Bu dönüşümün başat aktörü her ne kadar AK Parti olsa da, bunun “toplumsal uzlaşı” karakteri kazanması, muhalefetin gönülsüz olsa da bu sürece rıza göstermesinin eseridir. Siyasetin önemli oranda siyaset dışı güçlerden özgürleştirilmesi bu sürece kaynaklık eden ana dinamiktir. Bu yapısı itibariyle, siyasetin meşruiyet kodlarında bugünyaşanan dönüşüm, 2000’ler öncesindeki durumdan farklılık arz etmektedir.
2000’ler öncesinde siyaset, devlet-merkezli bir vasatta yapılıyordu. Yine, devlet-merkezli tanımı yapılmış “Türk tipi laiklik” bu siyasetin temel meşruiyet kaynağını oluşturuyordu. Siyasal partiler, bu tarz laiklik ile kurdukları ilişki üzerinden sistemde meşru görülüyor veya görülmüyorlardı. Örneğin, bu sistemsel baskı nedeniyle,İslami hareket ve partiler sürekli laiklik ilkesini nasıl benimsedikleri, siyasal çizgilerinin bu ilkeyle nasıl örtüştüğünü vurgulamak durumunda hissediyorlardı. Yukarıda kısmen ortaya konulduğu gibibugün ise tersi bir durum yaşanıyor. CHP ve seküler elitlerin bir kısmı, kendilerini muhafazakar ve İslami değerleri nasıl benimsediklerini anlatmak zorunda hissediyorlar. Başka bir ifadeyle, 2000’ler öncesi durum devlet merkezli bir baskının eseriyken, bugün yaşanan ise toplum merkezli bir baskının sonucudur. Vesayetin sona ermesi ya da kan kaybetmesi, toplumu siyasetin referans noktası haline getirdi. Bu durum, 1990’lı yıllarda devletin siyasetin referans noktası kılan zayıf siyasetin yeni dönemde başarı şansının olmadığı gibi, toplumsal, siyasal ve kamusal kararları etkileme imkanlarının da ortadan kalktığını göstermektedir. Bundan sonra, siyasetin gücü toplumsalı temsil etmesinden, ona sözcülük yapmasından gelir. Güçlü siyaset, bu görevi en iyi şekilde ifa eden siyasetir. Bu durumda haliyle (Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin gösterdiği gibi) toplumu siyasetin referans noktası ve meşruiyet kaynağı kılıyor.
KÜRTLER SİYASETTE KARAR KILDI
Bunun yanında, seçim süreci, Türkiye’nin mezhep ve etnik fay hatlarının siyasetle kurduğu ilişkiyi, yaşadığı dönüşümü aşikar etti. Kürt meselesinin 2000’li yıllardan itibaren geçirdiği dönüşüm, onun siyaset eliyle çözüm yoluna girmiş olması, Kürt siyasal aktörlerin konvansiyonel siyasete yatırım yapmasına, Türkiye’nin müzmin muhalefet boşluğunu doldurmaya aday olmalarına yol açtı. Başka bir ifadeyle, Kürt meselesi güvenlikçi siyasal perspektiften kurtuldukça, kendisini yenilemeye, dilini ve siyasetini geliştirmeye, aktörlerini değiştirmeye gitti. Bu da Kürt meselesini ve siyasetini, bu meselenin sivil ve diyalog merkezli çözüm arayışlarını toplum nezdinde sadece normalleştirmekle kalmadı; ayrıca, açık devre siyasetin, kapalı devre örgüt mantığının da önüne geçmesine zemin hazırladı. Demirtaş’ın aday olması ve hummalı bir seçim kampanyası yürütmesi buna delalettir. Buna ilaveten, HDP projesi ve Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçim stratejisi ile söyleminin ortaya koyduğu gibi, Kürt siyaseti, Kürt mahallesinden çıkarak, Türkiye’deki sol siyaset boşluğunu doldurmak, Gezi’nin ortaya çıkardığı düşünülen muhayyel siyasal enerjiyi kendisine kanalize etmeyi hedefledi. Fakat bu açılım, Kürt siyasetinin, bütün siyasal sermaye ve yatırımlarını AK Parti/Erdoğan karşıtlığına indirgemiş gruplarla ittifak kurmasına yol açarsa, bu durum Kürt siyasaetinin “yeniliğini” ve “aktörlüğünü”zedeleyen bir işlev görür.
ALEVİLERİN TEMSİL KRİZİ
Buna karşın, bu seçim, Gezi Eylemleri ve yerel seçimlerde de açığa çıkan, Alevilerin yaşadığı temsil krizini aşikar etti. Çatı adayının İhsanoğlu olarak ilan edilmesinden itibaren, Alevilerin derin bir hayal kırıklığı yaşayıp, öfke duydukları çeşitli vesilerle kamuoyuna yansıdı. Kürt Aleviler ile Sosyalist Sol’daki Türk Alevilerin bir kısmı, CHP şahsında yaşadıkları bu krizini, taleplerine daha açık sahip çıkan Kürt siyasetine yönelerek aşmaya çalışıyorlar. Fakat,etnik olarak Türk olan Alevlerin kahir ekseriyeti Erdoğan karşıtlığı dışında kendilerinin desteğine mazhar olması için hiç bir rasyonel sebep bulunmayan adaya (İhsanoğlu) destek vermeye davet edilmekteler. Başka bir ifadeyle, Aleviler, tarihsel olarak yöneldikleri CHP’nin en azından söylem ve aday açısından milliyetçi/muhafazakar sağa açılması nedeniyle siyasal yelpazede kendilerini hem söylem hem de şahsında temsil eden bir siyaset ile adayın olmadığını deneyimliyorlar. Alevilerin sistem ve siyasete yabancılaşmasına sebebiyet veren bu durum, Alevileri toplumsal hareketlenmelerin en zinde ve doğal tabanı haline getiriyor. Bu durum kurumsal siyasetin önümüzdeki dönemdeki en başlıca imtihanını oluşturuyor.
MHP'NİN İKİLEMİ
Son olarak, bu seçim, MHP tabanındaki siyasal ve kültürel farklılaşmayı daha görünür kıldı. Seküler ulusalcılık ile uzlaşan ve örtüşen “kıyı” milliyetçiliği ile muhafazakar kodların ağır bastığı iç bölgelerdeki muhafazakar milliyetçiliğinin Türkiye tahayyülerinde bir ayrışma yaşandığı gözleniyor. Kıyılarda sekülerizm ve ulusalcılık ortak paydasında CHP ile buluşan MHP, iç bölgelerde ise muhafazakar değerler üzerinden AK parti ile buluşuyor. Bu nedenledir ki, birçok kamuoyu çalışması iç bölgelerdeki MHP seçmeninden Erdoğan’a hatırı sayılır bir oyun geleceğini ortaya koyuyor. Bu şekilde ayrışan, farklı Türkiye ve siyaset anlayışları geliştiren bu iki sosyolojinin aynı partinin çatısı altında kalıp kalamayacağı önümüzdeki dönemde Türkiye siyasetinin yüzleşeceği önemli bir soru olacaktır. MHP-CHP arasında yaşanan sosyalleşme iki parti arasında varolan tarihsel farkların silikleşmesine yol açıyor. AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden yaşanan sosyalleşme zamanla bir kimliğe dönüşebilir. Fakat Erdoğan karşıtlığının ana motivasyonu oluşturduğu bu ittifak ve sosyalleşme, Erdoğan’ın Köşk’te olduğu bir denklemde hızını ve heyecanını da kaybedebilir.
Kurumsal demokratikleşmenin önemli bir aşamasını temsil eden Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, siyasetin toplum merkezli bir vasatta yapılıp sahicileştiğini ve meşruiyet kodlarının değiştiğini gösterdi. Aynı süreç, Kürtlerin siyasette karar kılıp aktörleştiğini; Alevilerin siyaset kurumuna yabancılaştığını; MHP tabanının ise kültürel kodlar üzerinden ayrıştığını ortaya çıkardı. Bu yapısı nedeniyle, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci hem Türkiye siyasetinin/toplumunun genel bir resminin çekilmesine imkan sundu hem de siyasetin önümüzdeki dönemde yüzleşmesi gereken toplumsal fay hatlarını aşikar etti.
[Star Açık Görüş, 09 Ağustos 2014]