İmralı görüşmelerinin tutanakları bir gazetede tabiri caizse çarşaf çarşaf yayımlandı. Bu yayını medya etiği-ulusal çıkar çatışması parantezinden çıkararak daha geniş bir perspektifte değerlendirmekte yarar var.
Özellikle 20. yüzyılda ve bu asrın başında pek çok örnekleri görüldüğü üzere, çatışma süreçlerinin çözümü bütün tarafların azami dikkat ve sorumlulukla hareket etmesini zorunlu kılar. Burada en hassas nokta, asli aktörlerin, herkesin temelde barış ve huzur istediği safdilliğine düşmemesidir. Görünen o ki, devlet aklı, akan kanı durdurmak ve milletin bütün evlatlarının -askeri düzeyde olmasa bile- asgari düzeyde memnun kalacağı bir netice elde etmek uğruna cansiperane çalışıyor. Zira terörün bitmesinden bir adım sonrasının "büyük devlet" ligine dâhil olmak anlamına geldiği dost-düşman her kesim tarafından artık fark edildi. Ancak burada sadece masanın iki yanındaki kesimlerin değil, barış isteyen bütün aktörlerin sorumlulukları bulunuyor: Başta medyanın, akademisyenlerin, düşünce kuruluşlarının, tele-entelektüellerin, bürokratların, iktidar ve muhalefetin, hatta milletin her bir ferdinin söylem, tavır ve eylemlerine dikkat etmesi şarttır. Aksi takdirde bunun vebali, maliyeti var; o da son 30 yılda tecrübe edildiği üzere can, kan, imkân, vicdan ve insan kaybıdır.
Günlük yaşamda en basit iş için dahi kabaca bir iletişim stratejisi gerekirken, bütün milleti ilgilendiren, bizi eski ile yeni Türkiye arasındaki hızlıca aşılması gereken daracık kesitte alıkoyan bu sorunun çözümü, elbette, pek sofistike bir iletişim stratejisi kurmayı icbar eder. Bu yapılmamışsa, iyi niyetler Pollyanna refleksine, istihbarat becerileri geri tepen silaha, gazetecilik başarıları vatana ihanet kaydına, dahi kişilikler egosantrik tatmin arayan karakterlere dönüşecektir.
İmralı tutanaklarının tutulamaması ya da zabıtların zapt edilememesi bize nelere mal oldu?
Öncelikle taraflar arasında Paris cinayetlerinin bile gerçekleştiremediği bir güven bunalımının izleri görülüyor. Oysa çatışma çözümü, güven ilişkisi tesis edilmeksizin ilerleyemeyen bir süreçtir. İkinci olarak, farklı toplumsal kesimlerin çözüm sürecini yürüten aktörlere verdiği kredi aşınma riskiyle karşı karşıya kaldı. Ve son olarak, iyi niyetli kesimlerin olumlu gelecek öngörüleri zaafa uğrarken, art niyetlilerin kötümser öngörüleri küstah bir cesaretle ortalarda dolanmaya başladı. Bütün bunlar, sadece bir iletişim kazasının sonuçları olarak az şey midir?
ÇÖZÜM SÜRECİ İÇİN DÖRT İLETİŞİM STRATEJİSİ
O halde, tespitler tamam olduğuna göre ne yapılmalı?
İlk olarak, İmralı ile muhatap olacak heyet, Sayın Bülent Arınç'ın deyimiyle, bir turistik gezi için seçilmediğine göre, sürekli değişen değil sabit kişilerden teşekkül etmelidir. Düzenli, tutarlı ve güvenli iletişim süreci bunu gerektirir.
İkincisi, Habur ve Oslo süreçlerinden ders alınarak davul zurna ile barış sağlanmaya çalışılırsa, düğün ortamında nereden geldiği belli olmayan bir kaza kurşunu yeni cinayetler zincirine neden olabilir. O nedenle, devlet ciddiyeti ve ketumiyeti ile süreçte yer alan (f) aktörlerin mahremiyeti ve güvenliği temin edilmelidir.
Üçüncüsü, çatışma çözümü süreçlerinde yol kazalarına, esası belirleyecek bir önem atfedilmemeli, yılların birikimi olan eski Türkiye'nin tortularının bir anda temizlenmesi beklenmemelidir. Bu bağlamda, tutanakların sızması önemsenmekle birlikte söylem düzeyinde abartılmamalı, bu tür olayların barış hedefini etkilemesine izin verilmemeli; fakat içteki sorumlular hızla tespit edilerek silsile-i meratip içinde kesin biçimde cezalandırılmalıdır.
Son olarak, bu hayati meseleye özgü bir yasal düzenleme ile çözüm süreci "hukuki teminat" altına alınmalıdır. Tarafların görüşleri ve görüşmelerin mahiyeti üzerinde belli bir süreliğine gizlilik konmalı, nihai mutabakata kadar yayın yasağı getirilmelidir.
Ülkenin ve milyonlarca vatandaşın kaderi, bir gazetecinin, siyasetçinin ya da herhangi bir kişi ve grubun kariyer hevesine, ego tatminine ve çıkar emeline kurban edilemez.
Bunca kurban yetmedi deniyorsa, o ayrı bir şey tabii!