Kürt meselesinin çözümü ve PKK'nın silahsızlandırılması süreci ilerledikçe cari siyasi pozisyonların en fazla zorlandıkları durum statükoyu korumak olacaktır. Çözüm süreci toplum tarafından hızla sindirilirken, elitler düzeyinde oldukça maliyetli bir transformasyon döneminin de önünü açmış oldu. Özellikle sürecin aktörü olanlar ve siyasi partiler yaşanan değişimi yönetmekte zorlanmaktalar. Siyasi partiler açısından sürece en hazırlıklı olan tartışmasız AK Parti. Bu durum AK Parti'nin siyasi kimliğindeki kodlardan ve Erdoğan'ın siyasi mühendislik yeteneğinden kaynaklandığı kadar, 2009 açılım sürecinin de baş aktörü olmasındandır. AK Parti, 2009 açılım süreciyle spesifik hedeflerine ulaşamasa da, genel olarak tabanının ve elitlerinin Kürt meselesinde yıllar sürecek bir dönüşümü hızla sindirmelerini sağladı. Bu yönüyle 2009 açılımı, AK Parti'nin 2013 çözüm sürecinin dibacesi olmuştur. Aynı şekilde 2009 açılım sürecinde negatif rol oynayan bütün aktörler açıktan veya zımnen bugün sıkıntılar yaşamaktalar.
KILIÇDAROĞLU'NUN DEMİREL-BAYKAL MAKASI
2009 açılım karnesi oldukça zayıf olan CHP, MHP, BDP ve PKK'lı aktörler, 2013 çözüm sürecinde varoluşsal kararlar almak durumundalar. İçinde barındırdığı ve farklı olduğu farz edilen değişik kamplarla en sert imtihanı verecek olan parti ise elbette CHP’dir. Kılıçdaroğlu'nun liderliğinde retorik düzeyde 'yeni bir parti' olduğu iddia edilen CHP; 'fiilen yeni bir parti' olup olmadığına karar vermek zorunda kalacak. Bir yönüyle Türkiye'nin en 'eskiyeni' partisi olan CHP'nin çözüm sürecini taşıma iradesi göstermesi pek mümkün gözükmemektedir. CHP yönetimine alınan ve yeni partinin vitrin yüzleri olarak kabul edilen isimlerin CHP tabanında bir karşılığa sahip olmadığı muhakkak. Kaldı ki CHP tabanında çözüm sürecine verilen desteğin yeni vitrin yüzlerini su üzerinde tutmaya yetecek bir güçte olmadığı da aşikâr.
Bu durum sadece son bir iki ayda ortaya çıkan farklı CHP sesleriyle de alakalı değil. Aksine 'yeni Türkiye' tartışmasının fiilen bidayetine denk gelen 2010 halkoylamasında 'yeni CHP' diye ortaya çıkacak olan söylem 'eski Türkiye'ye bütün yatırımını yaparak var olmanın çelişkisiyle zuhur etmişti. 2010'da Kılıçdaroğlu liderliğini tahkim etme bahanesine sığındığı 'hayır' kampanyası büyük ölçüde CHP'nin değişemeyen siyasetinin ruhunu oluşturmaya devam etti. Anadilde savunma, yargı reform paketleri ve son olarak içinden geçtiğimiz çözüm sürecinde, CHP, 2010 ruhunu korumaya devam etmekte. Çözüm sürecinde netice alındıkça CHP'nin yönetim düzeyinde krizinin derinleşmesi, taban düzeyinde ise MHP geçişkenliğinin artması mukadderdir. Kılıçdaroğlu, "Demirelleşerek" sadece CHP'nin lideri olarak kalma hedefine yaslanan bir siyaset izlemezse, bir süre sonra tabanda derinleşen Kemalist hattın, haklı olarak CHP yönetimine doğrudan yansıması ve Kılıçdaroğlu'na "Baykallaşma" baskısının artması mukadderdir.
MHP'NİN AÇMAZI
MHP bir yönüyle de eski Türkiye'nin barometre partisidir. Bu yönüyle, Türkiye'de normalleşmenin derinleşmesi ve eski Türkiye tartışmalarının sakinleşmesi MHP'nin de taban kaybetmesiyle doğru orantılıdır. Çözüm süreciyle orta vadede normalleşecek bir Türkiye için tartışmaların hararetlendiğine şahitlik ediyoruz. Bu geçiş sürecinde MHP tabanını ve kendisine ilgi duyan kitleleri normalleşmenin meyveleri alınmaya başlanacağı zamana kadar hareketlendirmesi normal karşılanmalıdır. Lakin somut sonuçlar geldikçe MHP'li kitleler neticeyi elde eden adrese doğru harekete geçecektir.
Benzer bir durumu açık bir şekilde 2010 halkoylaması sürecinde yaşamıştık. Lakin çözüm sürecinin ardından MHP için sürdürülebilir bir siyasi hat ortada kalmayabilir. Bu yönüyle Bahçeli'nin "PKK silah bırak(a)maz" çıkışları manidardır. MHP çözüm sürecinde şimdilik PKK ile doldurduğu söylemini, süreç ilerledikçe, geniş kitleler tarafından satın alınan, "büyük veya büyüyen Türkiye" mottosuyla baş etmek için şekillendirmek zorunda kalacaktır. Bu durum ise milliyetçi bir söylemin en son içine düşmek isteyeceği makastır. Muhtemelen çok daha komplocu bir diskurla yeni Türkiye makasından çıkmaya çalışacak olan MHP, hali hazırda gerilediği "tabii orta sınıf Türk" tabanında sorunlar yaşayacaktır.
BDP'NİN NORMALLEŞMESİ
BDP açısından ise durum karışık görünmektedir. BDP, tabanı itibariyle, çözüm sürecine, AK Parti'den daha homojen bir desteğin olduğu bir partidir. BDP elitleri CHP'den daha fazla birlik görüntüsü verse de sürece dair farklı sesler mevcuttur. Bu farklı seslerin ciddiye alınmasının sebebi ise PKK vesayetinin faklı uzantıları olmasından kaynaklanmaktadır. Bu duruma, Öcalan'ın mesajıyla birlikte, tabandaki karşılığıyla telif edilemeyecek Alevi temsili de eklenince, son birkaç haftadır devam eden "Alevi kesim" tartışması alevlenmiştir. BDP yıllardır içinde barındırdığı, "Kürt meselesi tartışması dışında kalan alanlardaki" taban-tavan çelişkisi, çözüm süreciyle sert bir imtihandan geçmek durumunda kalacaktır. İlk kez Kürt siyasi hareketi içinde, tabanın sosyo-ekonomik ve İslami kimliğini Öcalan'ın sağladığı koruma marifetiyle siyasete tercüme etme potansiyeli ortaya çıkmış oldu. Çözüm süreciyle birlikte BDP tabanının renklerinin daha yoğun ve adil bir şekilde liderliğe yansıdığını dolayısıyla da siyasal dilinde yapısal kırılmaların yaşanacağını söylemek mümkündür.
Partilerin siyasi stres testinden geçtiği çözüm sürecinde kurucu rol oynamayı başaramayan bütün aktörler sürecin selametinden bağımsız olarak yapısal kırılmalar yaşayacaklar. Belki de bu duruma en güzel örnek "Akil Adamlar" topluluğudur. İçlerinde Erdoğan'ı en sert şekilde eleştirenlerden, Kürt meselesinde şu an devam etmekte olan çözüm yolunun tam aksini iddia edenlere kadar farklı isimler bulunmaktadır. Özellikle süreçten çok farklı beklentileri ve AK Parti'ye açık muhalefeti olan isimler sürecin parçası ve kurucu aktörü olmak için adım atınca nasıl bir tablo ortaya çıktığını hepimiz görüyoruz. Reel siyasetin zor dünyasında, hem de "doğrudan demokrasiyle", yani halkla muhatap oldukça geliştirdikleri olgun siyasal akıl muhalefete örneklik teşkil etmelidir.
[Sabah Perspektif – 20 Nisan 2013]