Bugün dünyayı yerinden oynatan başlıca “casus belli” fosil yakıt kaynakları iken, tarih hem eski hem yakın çağlarda su için de kavgalar çıktığına şahit. Bununla birlikte, modern çağda da su kıtlıklarının baş göstermesi üzerine, son on yıllarda ilgili endişeler tırmanışa geçti. Hatta buna örnek olarak; ABD istihbarat servisinin, 1980'ler ve sonrasında bu yönde küresel bir beklenti içine girdiğini söyleyebiliriz. 2000'lerin ilerleyen dönemlerine dair yoğunlaşan söz konusu bu beklentilerde, kıtlıkların bazı bölgelerde/ülkelerde çatışmalara yol açabileceği vurgusu vardı. Bu söylemlerde öne çıkan bölge ise, D. Akdeniz ve Ortadoğu idi.
Bahse konu olan bölgenin, o günlerden bugüne daha ziyade fosil yakıtlar çerçevesinde çatışmaya maruz kaldığı malum. Bununla beraber, su ile ilgili görünümün de, pek iyiye gittiği söylenemez. Örneğin; ABD istihbaratının o zamanlar adlı adınca geçirdiği ülkeler arasında yer alan Kıbrıs, son dönemde kıtlıktan daha da mustarip bir hale gelmiş durumda.
STRES ZİRVEDE
Eurostat tarafından yayımlanan Su Kullanma Endeksi'ne 2000'lerde %61 düzeyinde başlayan Kıbrıs, 2013 verilerine göre %79,6'ya yükselmiş durumda. İniş çıkışlar var ancak son yıllarda yükseliş trendi hâkim. İşin kötü tarafı, bu veri, yükseldikçe sevindirenlerden değil. Nitekim oran, yıllık su çıkarma miktarını uzun vadedeki mevcut ortalama su kaynağına oranlıyor. Bu çerçevede, oranı %20'yi bulan ülkeler bir uyarıyı hak ederken, %40 eşiğini aşanlara ise kırmızı alarm veriliyor. Kıbrıs'ın %80'e varmış hali ise, bu anlamda oldukça düşündürücü ve istisnai…
Water Stress (Su Stresi) olarak ifade edilen ilgili hesaplamalar dâhilinde, yenilenebilir tatlı su kaynaklarının seviyesi, önemli bir gösterge. Ülkede kişi başına düşen yıllık tatlı su miktarına bakıldığında da, Kıbrıs “mutlak su kıtlığı” kategorisinde...
Ve genel olarak ifade etmek gerekirse, adanın gerek güney gerekse kuzeyinde bir sıkıntı mevcut. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafına bakıldığında, çeşitli çözüm arayışlarının sürdüğünü söyleyebiliriz. Öte yandan, bir ümit ışığı olan deniz suyunu arıtma opsiyonunun maliyetinden dolayı sönmesi ve tüketimi kontrol etmede güçlükler yaşaması gibi sıkıntılar, su politikalarında istenen etkinliğin elde edilmesini engelliyor.
Ayrıca, adada yüksek sıcaklık ve az yağışlarla artan su stresinin, özellikle iklim değişikliği kaygılarıyla birlikte, geleceğe dair ümitleri zayıflattığını da vurgulamak gerek. Bu bağlamda, adanın güney sakinlerinden konuya hâkim olanlar, Türk tarafıyla koordineli hareket etmenin önemine ne zamandır işaret etmekte.
CAN SUYU
Bugün ise, sözü edilen koordinasyon hayallerini bambaşka bir boyuta taşıyıp pembeleştirecek bir gelişme var: Türkiye'den yavru vatana el uzatan can suyu. Hafta sonu açılışı yapılan proje, KKTC'nin uzun süredir canını sıkan kuraklık sorununu çözmeyi amaçlamakla birlikte, adanın iki tarafına yayılabilecek pozitif yan etkiler de sergileyebilir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açılış töreninde belirttiği gibi, Rum Kesimi'nin su talebinde bulunması durumunda, can suyu barış suyuna dönüşme potansiyeli taşıyor. Su elbette tek başına bir çözüm olamaz ancak son dönemde canlanan barış umutlarını pekâlâ yeşertebilir.
Su gidişatının sürdürülebilir olmadığı ortadayken, can suyuyla destek bulma alternatifi, hiç şüphesiz resesyondan henüz çıkmayı başarabilmiş durgun GKRY ekonomisine de heyecan verebilir. Nitekim ekonomide turizm ve tarıma verilen önem, hayat kaynağına ne derece ihtiyaç duyulduğunun da ispatı niteliğinde. GKRY'de su tüketiminin yarıya yakın bir kısmının tarımsal amaçlı olduğunu belirtirsem, demek istediğim rahatça anlaşılır.
Buradan hareketle, taraflar arasında böylesi bir işbirliğinin yeşererek müzakerelerde katalizör olması durumunda, Kıbrıs meselesinin Türkiye açısından tıkayıcı konumu da törpülenebilir. Keza hafta sonu Merkel ziyaretinde elde ettiğimiz koz da, AB yolundaki siyasi taşların yavaş da olsa kalkması anlamında memnun edici…
ZEMİNSİZ SALDIRILAR
Türkiye bir yandan bu tür pozitif gelişmelere sahne olurken, son dönemde çirkin derecede kızıştırılan ortamda Kıbrıs'a uzattığımız el için dahi zeminsiz saldırılara şahit olmak, insanı çileden çıkartıyor. Yaratılan bu kıyamette düzgün düşünebilme yetisini giderek yitiren bir kesim ise, öne sürülen saçmalıklara inanmaya meylediyor.
Bu bağlamda, geçtiğimiz hafta bu köşeyi milli şuur meselesiyle kapladığımı da hatırlarsınız. İşte yerli otomobilde olduğu gibi Kıbrıs'a su projesinde de, başarı ve umut karalanarak olmadık çirkinliklere servis ediliyor. Tıpkı şu ülkenin bir bataklıktan çıkartılıp nasıl yükseltildiği gerçeğinin bir çırpıda karalanması gibi… En kötüsü de bu ortam, var olan sorunların da tartışılmasına imkân veremeyen bir zemine dönüşüyor.
Ve dozu kabul edilemez derecede kaçırılan manipülatif saldırıların giderek arttığını gördükçe, akla, nostaljik hüsran Devrim'e ithaf filmde de geçen şu söz geliyor: Türkiye'de hiçbir başarı (iyilik) cezasız kalmaz. Ne yazık ki, bu ülkeye geçmişten bugüne hizmet etmiş çeşitli kesimlerden pek çok kişi ve kurum, bu acıyı yaşamıştır ve de yaşamaktadır.
Ancak ülkeyi dün de bugün de kaosa sürüklemek isteyenlerin göremedikleri çok daha büyük bir gerçek ve teselli vardır: İyiye ve kötüye verilecek nihai karşılıkların belli bir zaman hududu yoktur.
Elbette iyi ve kötünün tanımı, Nietzsche'nin de adreslediği gibi, insanların yarattığı hazır etiketlerle herkese göre değişir ve hatta çelişir. Kişileri ve grupları aşıp çok daha üstteki sabit tanımı bularak hareket eden vicdan sahipleri için ise, yol da son da aşikârdır.
[Yeni Şafak, 20 Ekim 2015]