"Performans" lafını pek bir severim.
Siyasi analiz yaparken de ikide bir tekrarlarım. Siyasette performans mühim iş. Performansın mühim olduğu başka alanlar da vardır malum.
Tiyatro bunların başında gelir.
Şimdilerde ise bir başka moda baş göstermiş. Tiyatro performansını siyasi performans diye yutturma modası...
Buyrun size bir örnek. Seçim bitmiş HDP yüzde 13 oy almış. 7 Haziran akşamı zafer konuşmaları, kameralara "o benim işte" pozları.
Ertesi sabah, "hadi HDP, PKK'ya silah bırak çağrısı yapsın" sesleri yükseliyor. Kolay değil, ağır sorumluluk.
Eşbaşkan Demirtaş, 3 gün düşünüp taşınıyor ve söz konusu taleplere cevap veriyor: "Ehem, kehem biz silahların bırakılması konusunda muhatap değiliz."
Neyse, gel zaman git zaman seçimin ardından 5 hafta geçiyor ve Selahattin Bey şu "silah bırakma" hikâyesini bir kez daha hatırlıyor. Ve PKK "askeri baraj" söylemiyle ateşkesi sonlandırıyoruz açıklamasını yaptıktan birkaç gün sonra sahne alıyor. "PKK'ya silah bırakma çağrı yaparız yapmasına da, Allah sizi inandırsın bizi dinlemezler.
Dinleseler dert değil, sabah akşam çağrı yapalım. Misal bakın şimdi yapıyorum.
PKK kesinlikle Türkiye'ye karşı silah bırakmalıdır" mealinde laflar ediyor.
Ne demiştik, performans, performans, performans! Demirtaş bu performansla "ben barıştan yanayım ama bu şartlarda elimden daha fazlası da gelmiyor" bakışı fırlatıyor seyirciye. Ertesi gün KCK eşbaşkanı Bese Hozat, "he valla Selahattin durum tam da dediğin gibidir" diye mukabelede bulunuyor ve "ne silah bırakması, yeni süreç devrimci halk savaşı sürecidir hewal" diye çağrı yapıyor.
Ne acıdır ki 5 gün sonra vuku bulan Suruç katliamı ile birlikte PKK, kanlı eylemlerine başladı. Bu kez PKK'nın hedefinde, sivil halkı sokaklara dökerek bir ayaklanma ortamı oluşturmak ve oluşan kaos ortamını kendi lehine kullanmak vardı.
Demirtaş ve partisi ne yaptı peki?
Suruç'tan hemen sonra PKK cinayetler işlediğinde, sert bir dille "amasız, fakatsız, derhal" telin etti mi PKK'yı?"
Yoksa HDP, derhal PKK'nın şehir ayaklanmalarında ihtiyacı olan söylemsel takviyeyi mi sağladılar?
HDP tam da ikincisini yaptı ve HDP'li yöneticiler, Suruç katliamı sonrasında hemen her fırsatta bütün teşkilatlarında şu iki söylemi işledi.
1) Yeni şartlarda, Kürtler için öz savunma bir gereklilik halini almıştır.
2) Gerekli koşullar sağlanmışsa özyönetim ilan edilebilir.
Bunu yaparken de, KCK ile birlikte "akan kanın müsebbibi R. Tayyip Erdoğan'ın başkanlık tutkusudur" tezviratını yayarak bir politik sinerji oluşturmaya çalıştılar.
Devletin yürüttüğü operasyonlar PKK'ya ciddi kayıplar verdirmeye başladıktan ve ülkenin erken seçime gittiği netleştikten sonra Demirtaş, "PKK, amasız, ancaksız silahlı, bombalı şiddet eylemlerini, şehirlerde, dağlarda durdurması gerekir" diye açıklama yaptı.
Demirtaş, seçime kadar bu tutumunu sürdürecek. KCK yöneticileri her seferinde Demirtaş'a cevap verecek. Bir fikir ayrılığı, yaklaşım farklılığı imajı verilmeye çalışılacak.
Aslında karşılıklı tiyatro oynanacak. PKK, kuvvetle muhtemeldir ki 1 Kasım seçimlerinden önce ateşkes ilan edecek. Ve bunu da güya Demirtaş başarmış olacak.
Demem o ki, bunlar hep organize işler.
Demirtaş seçime kadar "barış güvercini" pozları kesmeye devam edecek. "Terör medyası" da ona destek çıkacak. Demirtaş'a sorulması gereken gerçek soruları sormayacak.
Bunlar "siyasi performans" değil sayın Demirtaş! Belki Orhan Aydın tarzı nefretbahş tiplerin rol aldığı uyduruk sahnelerde kendisine yer bulabilecek tarzda kötü bir tiyatro performansı.
O kadar. Ama kötü biliyor musun, sahiden çok kötü...
[Sabah, 27 Ağustos 2015]